28 Eylül 2011 Çarşamba

Gönderilemeyen Mektubun Davası Olur

Yazılmış ama gönderilememiş bir mektup. Bana anlatılmak istenenler var, kâğıda dökülmüş ama elime ulaşmıyor. Neden derseniz, Kocaeli F Tipi Cezaevi öyle uygun görmüş, diyeceğim.


***

Haberi önce ANF’de, sonra Birgün gazetesinde okudum: Cezaevi idaresi, Nuray Mert, Umur Talu, Yaşar Seyman, Özgür Mumcu, Yıldırım Türker ve bana yazılan mektupları sakıncalı buluyormuş. Sakıncalı bulunan, mektupların içerikleri mi yoksa adresteki bizler miyiz belli değil.

***

Kocaeli F Tipi A7-19’da kalan Efdal Bayram kim bilir bana nelerden bahsedecekti? Rahatsızlanan arkadaşlarının hastaneye götürülürken kötü muamele gördüğünden mi?.. Muayene edilirken kelepçenin çıkarılmadığından mı, tepelerinde bekletilen askerden mi?..

***

Ya da mesela... Sözlü savunma yapmadan maruz kaldıkları “1 ay mektup dahil tüm iletişim araçlarından men” gibi disiplin cezalarından mı?.. Hücrelerdeki tecritten mi?.. Ziyaretlerine gelen yakınlarının uğradığı kötü muameleden mi?.. Yoksa mektupların buruşturulup atıldığından mı?..

***

Neydi Efdal Bayram’ın bana diyecekleri de diyemedi?.. Hayatımızın gardiyanları, keyfi gişe memurları bilsinler ki... Gönderilmemiş mektubun davası da bal gibi yapılır. Gasp ettiğiniz hakların tahminini yapacak kadar uzun yaşadık memlekette, ne çok F tipleri duyduk, ne çok 5 No’lu cezaevleri dinledik.

***

O bakımdan... Malum gardiyanlar, o gişe memurları sadece Kocaeli F Tipi’ne özgü değil. Gelin sizi Kocaeli’nden Ankara’ya uçurayım, Sincan F Tipi’ne kondurayım. Yalnız bilin ki size neşeli bir yolculuk ve mutlu bir durak vaat etmiyorum.

***

Halil Gündoğan, Sincan F Tipi sakini, 1988’de kendisi gibi 28 ‘12 Eylül tutuklusu’ olarak Metris’ten firar etmiş, sonra bu firarın hikâyesini “Metris’ten Munzur’a” adlı kitapta anlatmıştı. 6 yıl sonra hikâyenin ikinci perdesini yazdı. 200 sayfa. Gerisini avukatı Aydın Erdoğan’dan dinledim:

***

“Kitabın kopyasını bir yakınına göndermek üzere fotokopi çektirmek istiyor Gündoğan. Fotokopiyi çeken kişi içeriğe şöyle bir göz atınca kitaba el koyuyor. Halil Bey, cezaevi müdürlüğüne itiraz dilekçesi yazdı, kabul edilmedi. Şimdi biz dava açtık fakat söz konusu kitabı avukatı olarak bana bile göstermiyorlar. İmha etmekle tehdit ediyorlar. Bu mahkemeden sonuç alamazsak ve kitap imha edilirse AİHM’ye gideceğiz.”

***

İlk cildi ne bir soruşturmaya ne de incelemeye maruz kalmış kitabın, ikinci 200 sayfalık bölümü cezaevindeki birkaç kişinin tasarrufuyla ‘bomba’ muamelesi görüyor. Gerçi normal...

***

Bakın... Hayatımızın ‘içerideki’ ve ‘dışarıdaki’ gardiyanları tarafından küçük dozlarla alıştırılıyoruz bomba kitaplara. E çünkü... Referandum öncesi gözyaşlarıyla hesabının sorulacağı söylenen 12 Eylül ölmedi, kalbimizde yaşıyor.


NOT 1: Kocaeli F Tipi’ni arayıp sordum: Efdal Bayram bana bir mektup yazmış, sakıncalı bulup engellemişsiniz. Doğru mu? Müdür Bey’den kapsamlı cevap: “Yorum yapamam. Oldu da diyemem, olmadı da...”
NOT 2: Kırıklar F Tipi... Kandıra F Tipi... Sizlerin sesini de duyuyoruz, orada da hukukun verdiği cezaya ceza katıldığını, sınırların aşıldığını biliyoruz.

EZGİ BAŞARAN

28 Eylül 2011 - Radikal

16 Eylül 2011 Cuma

Osman Evcan'a Vegan Yemek!


Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde tutulan Osman Evcan, uzun süredir bitkisel kaynaklı vegan/vejetaryen yemekler talep etmekte, ancak cezaevi tarafından bu talebi dikkate alınmamakta, yaptığı başvurular da fayda getirmemektedir.

Bu sayfada toplanılan imzalar ve destek mesajları, düzenli olarak hem Osman'a, hem de Cezaevi yönetimine iletilecektir.


Osman Evcan’dan gelen mektup

Merhaba sevgili Dostlar,

Bu mektubumu Kırıkkale F-Tipi Kapalı Cezaevi’nden yazmaktayım. Düşünsel, felsefi eğilimlerim nedeniyle 8 yıldır vejateryan bir yaşam sürdürmekteyim. Hiçbir hayvan eti ve hayvan etiyle yapılmış yemeği yemiyorum. Hayvan ürünleri de (tereyağı, peynir, bal, süt, yoğurt, sucuk, salam vb.) yemiyorum. Hayvansal ürünlerden yapılmış (deri, yün) kullanım-giyim eşyalarını kullanmıyorum.

Vejateryan olmam nedeniyle cezaevi mutfağında pişirilen etsiz yemekler tarafıma verilmektedir. Fakat cezaevi mutfağında yapılan bu yemekler o kadar kötü, bozuk yapılıyor ki, yenilebilir gibi değildir. Özel olarak küçük krom tencerelerde pişirilen bu yemekleri koklamak bile insanın midesini bulandırmaya yetiyor. Dolayısıyla bu yemekleri dökmek zorunda kalıyorum. Bu durum 1 yıldır devam etmektedir.

Cezaevi yönetimine, tarafıma verilen yemeklerin düzeltilmesi amacıyla 2010 yılı Aralık ve 2011 yılı Ocak ayı içerisinde birkaç kez dilekçe yazdım. İdare, sorunun çözümü yönünde herhangi bir girişimde bulunmadı, duyarsız kaldı.

26 Şubat 2011 tarihinde, akşam yemeğinde bulgur pilavı ve kuru fasülye verildi. Yemekleri kontrol ettiğimde yenecek durumda olmadığını gördüm. Bulgur pilavının pişirildiği krom tencerenin iç ve dış çeperinin yapışık bir kimyasal madde ile sarmalandığını fark ettim. Ellerime yapışan bu kimyasal maddeyi temizlemekte zorlandım. Oda arkadaşım Sadık Aksu da bu kimyasal maddeyi parmağıyla kontrol etmiştir. Bu kimyasal madde beni kaygılandırdı. Bulgur pilavını bir poşete koyup sakladım. Krom tencereyi sıcak-deterjanlı suyla defalarca yıkamama rağmen temizleyemedim. Tencereyi yıkarken bu madde ellerime bulaştı ve derimi yaktı. Defalarca sabunlu sıcak suyla yıkadığım halde bu maddeyi ellerimden çıkaramadım ve ellerim yapış yapış kaldı.

28 Şubat 2011 tarihinde Cezaevi Müdürlüğü’ne dilekçe yazarak bulgur pilavına katılan kimyasal madde ile ilgili olarak bilgi talep edip sorumlular hakkında soruşturma açılmasını istedim.

Cezaevi dilekçeme ilgisiz kaldı.

1 Mart 2011 tarihinde Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı’na, iki sayfalık dilekçeyle suç duyurusunda bulundum.

Aynı gün öğleden sonra Cezaevi Müdürü İsmail Karaküllah ve yanında 4-5 kişiden oluşan infaz koruma memurlarıyla birlikte, kalmakta olduğum B-8 odasına geldi. Ellerinde savcılığa yazdığım dilekçe vardı. Cezaevi müdürü benden bilgi istedi. Ben de yukardaki durumu aynen naklettim.

Sakladığım bulgur pilavını göstermemi istediler. Ben de gösterdim.

Cezaevi Müdürü, “böyle bir durumun mümkün olamayacağını, diyet olarak çıkarılan yemekten 6-7 kişinin daha aldığını” söyledi. Oysa yemek küçük bir krom tencerede getirilmişti, bulgur pilavı tek kişi için pişirilmişti.

Cezaevi Müdürü, bulgur pilavının laboratuarda incelenmesine gerek olmadığını ve pilavı dökmemi söyledi. Ayrıca savcılığa gönderdiğim dilekçeyi geri almamı istedi. Ben ısrar ettim. Bunun üzerine müdür, mutfakta çalışanlarla görüşüp durumu araştıracağını söyledi.

Yine aynı günün akşamı, yemek dağıtan görevli mahkûm, yemek alıp almayacağımı sordu. Almayacağımı söyledim. Görevli mahkûm kendisinin yemeği tattığını, içerisine madde katılmadığını, yemeğin temiz olduğunu söyledi. Ayrıca, müdürün mutfak çalışanlarıyla ilgili soruşturma başlattığını, kendisinin B bloktan alınıp A bloka verildiğini, bundan böyle burada kendisinin yemek dağıtacağını ekledi.

Bundan sonraki birkaç gün vejateryan yemekler kaliteli çıktı. Ben de yemekleri almaya başladım. Ne var ki, kısa süre sonra bana verilen yemekler yine bozuldu. Verilen yemekleri ağzıma sürmeden dökmek zorunda kalıyorum.

17 Haziran 2011 tarihinde, yemek dağıtan görevlilere, “vejateryan yemekler düzeltilene kadar bundan sonra yemek almayacağımı” ifade ettim.

20 Haziran 2011 tarihinde Cezaevi Müdürlüğü’ne bir dilekçe yazarak sorunun çözülmesini istedim. Yemekler düzeltilene kadar yemek almayacağımı belirttim.

27 Haziran 2011 tarihinde hem Kırıkkale İnfaz Hakimliği’ne, hem de Kırıkkale Cumhuriyet Savcılığı’na 4’er sayfalık, durumu ayrıntısıyla açıklayan iki ayrı dilekçe yolladım.

11 Temmuz 2011 tarihinde, Adalet Bakanlığı’na 5 sayfalık bir dilekçe yazdım. Dilekçeyi iadeli taahhütlü yolladığım halde tarafıma herhangi bir PTT dekondu verilmedi.

19 Temmuz 2011 tarihinde, kız kardeşim Asiye Evcan’a, sorunlarımı anlatan iadeli taahhütlü bir mektup yolladım. Keza tarafıma herhangi bir PTT dekondu ulaşmadı.

25 Temmuz 2011 tarihinde, Cezaevi Müdürlüğü’ne, kız kardeşim Asiye Evcan’a yazdığım mektubun neden yollanmadığını soran bir dilekçe yazdım.

25 Temmuz 2011 tarihinde, Kırıkkale Cumhuriyet Savcılığı’na çağrıldım. Annem Zeliha Evcan, cezaevindeki sorunlarım nedeniyle Kırıkkale Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş. Bu dilekçeyle ilgili olarak Savcı ifademi aldı. Savcıya yaşadıklarımı anlattım. Ayrıca, daha önce hazırladığım 3 sayfalık dilekçemi de ifademe ek olarak verdim.

Aradan bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen durumda herhangi bir düzelme olmamıştır.

17 Haziran’dan bu yana cezaevi mutfağında hazırlanmış yemekleri almama eylemim devam etmektedir. Beslenme ihtiyacımı kendi ekonomik olanaklarımla karşılıyorum.

Ayrıca, sağlık konusunda da sorunlarımız vardır.

Üç kez, “doktor ameliyatta” gerekçesiyle hastanenin kapısından geri döndürüldüm. Bu ertelemeler aylarıma mal olmaktadır. Bu süre içinde hastalığın ilerlemesi kaçınılmazdır.

Ayrıca muayene için doktorun odasına girdiğimizde kelepçelerimiz çözülmemekte ve kolluk görevlileri muayenehaneye doluşmaktadır. Oysa muayene esnasında kelepçelerin çıkarılması ve kolluk görevlilerinin dışarıda beklemesi gerekir. Kelepçeli muayeneyi kabul etmediğimizde muayene edilmeden geri gönderilmekteyiz.

Bu tür sorunları dile getiren 7 Temmuz 2011 ve 28 Temmuz 2011 tarihli dilekçelerimi Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı’na ve Kırıkkale İnfaz Hakimliği’ne iletmiş bulunuyorum.

Ayrıca, hastane sevklerinde, cezaevi arabalarındaki kutu gibi daracık bölmelere tıkılmamız da önemli bir sorundur. Bu bölmeler sağlık koşullarına uygun değildir. Hastanelerde mahkûmlar için özel bekleme odası olmadığından bu kutu gibi, daracık hücrelerde beklemek zorunda kalıyoruz. Yazın 40 derece sıcakta, havalandırmasız, kliması bozuk bu daracık bölmelerde tutulmamız sağlığımızı daha da bozuyor. Öte yandan bu hücrelerde tutulurken en doğal insani ihtiyaçlarımızı karşılamamıza izin verilmemektedir.

Hastanede doktorların yazdığı ilaçlar tarafımıza keyfi bir şekilde verilmiyor ya da geciktiriliyor veya tamamı verilmiyor.

Hatırlatmak istediğim bir olay da şudur: 2009 yılında, rahatsızlığım nedeniyle revire çıkıp muayene olmak için dilekçe yazdım. Dilekçeme yanıt verilmedi. Daha sonra da çeşitli taleplerime rağmen cevap verilmedi. Böylece, 6 ay boyunca muayeneye çıkamadım. Gerek benim gerekse ailemin 6 aylık yoğun mücadelesi sonunda revire, muayene çıkabildim. Bu olaydan dolayı hiçbir soruşturma yürütülmedi, sadece Kırıkkale İnfaz Hakimliği aileme mektup yazıp özür diledi.

Son olarak, cezaevi kantininde sebze-meyva ve diğer bazı besin maddelerinin getirilmesi ve satılması kısıtlanmaktadır.

Bu sorunların tüm duyarlı dostlar tarafından paylaşılmasını, yayılmasını, duyurulmasını ve dayanışma gösterilmesini diliyorum.

Sevgilerimle.

29.8.2011

Osman Evcan, F Tipi Kapalı Cezaevi, Oda No: B-8, Hacılar/Kırıkkale

(kısmen kısaltılmıştır)

Protestolar için…

Osman Evcan’ın kaldığı cezaevinin adresi ve telefonu ve emaili:

Adres Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikle Kapalı Ceza İnfaz Kurumu

Hacıbey Mah., 71480 Hacılar, Kırıkkale

Telefon (318) 297 41 94 - 95

Faks (318) 297 41 23


Osman’a destek olmak için, doğrudan kendisine de yazabilirsiniz:

Osman Evcan

F Tipi Kapalı Cezaevi, Oda No: B-8

Hacılar/Kırıkkale

http://osmanayemek.tumblr.com

Hapishane Aracı Yandı: 5 Ölü


Van'dan İstanbul'a tutuklu götüren ring aracında çıkan yangın sonucunda Sinan Askan (18), İsmet Erin (33), Medeni Demir (47), Abdülsetter Ölmez (35) ve Akif Karabalı (24) isimli tutukluların yanarak öldüğü açıklandı.

16 Eylül 2011 Cuma sabahı saat 06:30 sıralarında 34 BL 2564 plakalı ring aracı Kayseri'nin Pınarbaşı ve Sivas'ın Gürün ilçeleri arasındayken çıkan yangının teknik bir arıza sonucu meydana geldiği açıklanırken, tutukluların kaldığı bölümün jandarmalar tarafından niçin açılmadığı da merak konusu oldu.

İstanbul’dan gelen cezaevi aracının, İskele Mahallesi’nde bulunan Van M. Tipi Kapalı Cezaevi’nde yatan hükümlüler Medeni Demir, Sinan Askan, İsmet Erin’i İstanbul’da görülen bir davanın duruşmasına götürmek üzere aldığı belirtildi. Yanan diğer mahkumlar Abdülsettar Ölmez ve Akif Karabalı’nın İse İstanbul’dan Van’daki bir duruşmaya getirildiği ve tekrar İstanbul’a götürüldükleri bildirildi.

Tutuklu ve hükümlülerin her türlü nakil işlemi için kullanılan ring araçları bugüne kadar çok sayıda şikayete konu olmuştu. Nakiller sırasında jandarmadan ayrı bir bölmede tutulan tutuklular, yasalar gereği kelepçeli olarak ve görevli jandarma personelinin her türlü keyfi uygulamasına maruz kalacak şekilde yolculuk etmek zorunda bırakılıyorlar. Kaza benzeri olağanüstü durumlarda ise tutukluların "kaçmasına engel olmak" için hayati tehlike söz konusuyken bile ring araçlarından çıkarılmadıkları da biliniyor.

Son on yılda hastalık, intihar gibi nedenlerle hayatını kaybeden on bin tutuklu ve hükümlü ise her zamanki gibi basının ya da politikacıların ilgisini elbette çekmiyor.