18 Aralık 2007 Salı

MİKADO’NUN ÇÖPLERİ


Tecrit, Tek Tip, Tretman ya da...
MİKADO’NUN ÇÖPLERİ


Shrek: “Biz diye bir şey yok. Bizim de yok. Sadece ben ve bataklığım var.”

Mikado’nun çöplerini bilir misiniz? Kibrit ya da kürdanlarla oynanan anlaması kolay, oynaması zor bir oyundur. Kürdanları önce yere saçar, tek tek toplarsınız tek bir şartla; saçılan kürdanlardan birini alırken diğerlerini kımıldatamazsınız... Hiçbir kürdan diğerine değmemeli, birbirini etkilememelidir. Sizin için en iyi hedef kuşkusuz diğerlerinden yalıtık olan kürdanlar olacaktır.
Biz de burada, neredeyse 4 yıldır “Mikado’nun Çöpleri” gibi tek tek “toplanmaya” çalışıyoruz.
Biri “toplanır”, sesi boşlukta yitirilmeye çalışılır; adı, benliği, teninin rengi, siyasal ve sosyal kimliği, fiziki ve ruhsal bütünlüğü yok edilirken diğeri onu duymasın istiyorlar. Birbirine değmeyen kürdanlar gibi...
Herbirimizin ahını diğerimiz duyduğumuz; inat, ısrar ve sabırla duymaya devam ettiğimiz için yeniden toplanıyor oyun. Yeniden savruluyoruz, hücre hücre ve sonra yeniden yeniden...
“Birbirine çok değiyor” diye yakılıyor kürdanlar, olmadı kısaltılmak isteniyor. 117 tabut omuzdan omuza dolaşıyor memleketin dört bir yanını. Kısaltılmak istenmiş, sakatlanmış yüzlercemiz önce sokaklara atılıyor ve sonra hiçbir şey olmamış gibi; bedenleri sakatlanmamış, ruhları örselenmemiş, geri dönülmez bir biçimde çocuklaştırılmamış... Evet, evet hiçbir şey olmamış gibi yeniden toplanmaya çalışılıyor, oyuna katmak için...
Mikado’nun Çöpleri gibi birbirine değmeden; birimiz diğerinin ahını duymadan, dinlemeden, kulak vermeden oynamak istiyorlar bizlerle. “Birey olmayı öğreneceksin burada!” diyorlar... “Birey” olacaksın!... Sonra yeniden, yeniden, yeniden...
“Birey” olacaksın ve dünayı kendi dışında bırakacaksın. Çünkü bu dört duvar yetmeyebilir buna... “Birey” olacaksın ve hücrede 3 kitaptan fazlasını bulunduramayacak, uluorta şarkı türkü çığıramayacak, kolundaki zincir kemiğe oturduğunda “Ah” etmeyecek ve hele hele sesli-sessiz, ayakta-oturarak, yiyerek-yemiyerek protestoya kalkışmayacaksın.
Kendi kıyafetinle dolaşmanın düşünü bile kuramayacaksın mesela. Zorla çalıştırmaya karşı koymayacaksın. Belki, doktor yüzü görmeyecek, belki kalp krizi geçirirken ağrı kesiciyle yatıştırılacak, belki yarı ölü vaziyetteyken bile ayakkabılarına kadar defalarca aranacaksın, ama infazına engel oluşturmasın diye “kendine iyi bakma yükümlülüğünü” asla unutmayacaksın.
Yedi gün, 24 saat aynı dört duvar paylaştığın arkadaşınla aynı fotoğraf karesinde görünemeyecek, aynı zarfa mektup koyamayacak; aynı düşü kuramayacaksın... “Birey” olacaksın!
Mahkeme yollarında, ring araçlarında ayakta durmayacaksın. Sesini arkadaşlarına duyurmaya çalışmaycak, yakınlarına el sallamayacaksın. Soğukta üşümeyecek, sıcakta terlemeyecek, Temmuz’un ortasında ringde 5 saat havasız kaldığın için düşüp bayılmayacaksın. Su içmeyeceksin çişinin gelmemesi için...
Çünkü “Birey” olacaksın ve bunu öğrenemediysen halen; jandarmanın copuyla, kara kışın soğuğuyla, kavurucu yazın sıcaklığıyla, havasızlıkla, susuzlukla, tuvaletsizlikle ve kasıklarına kadar üst aramasıyla “terbiye” edileceksin...
Dört yıl oluyor ki toplayıp toplayıp yeniden savuruyorlar bizi; tıpkı Mikado’nun Çöpleri gibi...
Ve şimdi sırada havalandırma boşluğuna tel örgü, ve şimdi jandarmalarla dolu kutu gibi ring araçlarına kamera, ve şimdi Yeni Ceza İnfaz Yasası; tek tip elbise, zorla çalıştırma, “katlanma” zorunluluğu... Konuşsan ceza, sussan ceza, şarkı söylesen ceza...
Her birimiz diğerinin ahını duymasın, kulak kabartıp ellerini ellerine uzatmasın diye; temas etmeden toplanabilsin, insanlığından “arınsın” duyarlılıkları törpüleyip. “İyileşsin”, ruhu süzülmüş posalar halinde “hayata döndürülsün”, “topluma kazandırılsın”, gelene geçene çelme takıp jurnal çekecek “iyi bir vatandaş” olsun diye...
Çöpler sıkıştırılıyor yine; oyun başlamak üzere...
Bağıra bağıra, göstere göstere gelirken Yeni Ceza İnfaz Yasası; sesimiz aynı korkunç karanlıkta, aynı sonsuz boşlukta ve geride aynı sancılı fısıltıyı bırakarak kaybolmadan önce birbirimize sımsıkı tutunmamız gerekiyor.
Çünkü, bu dalga üzerimizden geçip gittiğinde; bu dört tarafı düş kırıklıklarıyla çevrili ülkede kaybolan tüm fısıltılar son kez aynı şekilde yankılanacak:

“İnsanlar arasında yerim yok
Kimse beni görmüyor.
Konuşuyorum, ama duymuyorlar.
Geliyorum ama karşılamıyorlar.
Ateşin yanında benim için bir yer,
Sofrada benim için bir tabak
Uzanıp yatacağım bir döşek yok.
Ama hala bir adım var.
(...)
Bu adı
Ocak üzerine bir lanet olarak
Bırakıyorum ve bu utancı. Benim
İçin saklayın bunu. Artık adım
Olmaksızın ölümümü aramaya
Gideceğim”*

“Mikado’nun Çöpleri”ni bilir misiniz? ”Beni”, ”bizden” çekip alan bir tahakküm oyunudur. Çöpler yakında bir kez daha savrulacak.
Peki siz bir daha gözlerinizi kapayacak mısınız buna?

(*): Ursula K. LeGuin-Karanlığın Sol Eli