3 Ocak 2008 Perşembe

Sesi duyulmayanların sesi




Perihan Mağden


Birkaç hafta önceydi. Mutfağa tabakları taşıyor, geri geliyor, ana haber
saatlerinde çoğunlukla olduğu üzre sofra kur, sofra kaldır, tarzı işlerin
yamacında, kulaklarımı da haberlere tahsis etmiş bulunuyordum.
'Yananların cesetleri' tarzı bir laf, ruhuma çalındı. Haksızlıkların en
ağırına, ilahi bir haksızlığa uğramış bir baba: "Ben bana verilen cesedin,
çocuğumun cesedi olup olmadığından dahi emin değilim," diyordu.
Televizyonun karşısına mıhlandım. Cezaevlerine düzenlenen Ağır Şefkat
Operasyonu'nun neticesinde, çocuklarının yanmış bedenlerine kavuşan ana
babaları konuşturuyorlar, zannettim. Zira ne kadar unutturulmaya çalışılsa
da, bizler ne kadar yoğun bir güçle unutmaya, YOK saymaya çalışsak da, öyle
bir operasyon düzenledi işte. Günler ve günlerce sürmüştü devletimizin 'Ağır
Şefkat/Gerekirse Yaka Yaka Hayata Döndürüş' operasyonu.
Sonra. Sonra mı? Tısssss.
Şimdi ben bu ülkeyi anlayamamakta, kavrayamamakta, bu ülkenin nasıl
işlediğine dair o gizli ve sinsi mekanizmanın inceliklerine nüfuz edememekte
bu denli inatçı bir zavallı şahsiyet olarak, atv ekranlarında, ana
haberlerde çocukları şöyle ya da böyle yakılmış bulunan, ana babaların
konuşturulduklarını, zannedecek kadar...
Amatördüm. Salaktım. Yabancıydım.
Hayır, epey zaman önce yaşanmış bir otobüs kazasında çocuklarını kaybedenler
konuşuyormuş. Otobüsteki teknik bir hata yüzünden çocuğunu, gözünün nurunu
kaybetmiş; acıların en büyüğü ile evlat acısı ile kavrulmuş bir trafik
mağdurunun, konuşmaya hakkı yok mudur?
Tabii ki vardır. Tabii ki, konuşacaktır.
Peki ya diğerlerinin? ÖBÜR ana babaların? Acılarını paylaşmaya, başlarına
getirilenlerin aslında ne olduğunu bizlere anlatmaya hakkı yok mudur? Böyle
bir hakkın olmadığı bir ülkede, o operasyonun haklılığı peki, cansiperane,
savunulabilir mi?
O ağır, o bizleri günlerce tarumar etmiş operasyon; maksatlı ana babaların
maksatlı çocuklarına yönelik, o eşi benzerine dünya tarihinde
rastlanamayacak olan o operasyon yoksa olmamış mıdır? Olmamış saymamız mı
gerekmektedir?
Olmamış gibi yapmamız mı, doğrusudur?
30'u aşkın ölü söz konusu. 500'ü aşkın ağır yaralı. Nerde peki bu yaralılar?
Bir haber alıyor musunuz; bir görüntüleri olsun, ulaştı mı bizlere? Madem
'kurtarıldılar', madem o nice gazeteciyi 'Yatacaksam böyle bir tipte
yatayım' diye şevke getirmiş o muhteşem F tiplerinde, kurtarılmış
vaziyetteler, görelim onları bir. SESLERİNİ DUYALIM.
Mehmet Bekaroğlu, hepsinin nasıl yara bere içinde olduklarını, nasıl yalnız
bakımsız tecrit edilmiş, tam korkulduğu gibi korktukları gibi olduğunu,
Allah razı olsun, gidip görüp, aktardı.
Sonra? Sonra: Tıssss.
Ölüm oruçları peki? Hâlâ devam ettiğini bildiğimiz ölüm oruçları. Açlık
grevleri. Yara bere içinde: üstüne hortumla tazyikli su sıkılmış, gaz
tutulmuş, itilmiş kakılmış, yaralanmış, ağır hafif yaralanmış o mahkûmlar,
siyasi mahkûmlar, afiş asmaktan içeri tıkılmış gencecik çocuklar, pankart
açmaktan, dergi basmaktan içerdeki o çocuklar...
Onlardan haber var mı?
Ölüm oruçlarından, açlık grevlerinden?
Birlikte 'yaşama alanları' (var ise tabii böyle alanlar) tamamlanmadan, ısı
tesisatı kurulmadan, altyapı, üstyapı çalışmaları bitmeden F tipi adıyla
maruf hücrelere tıkılmış o çocuklardan peki, bir daha haber alacak mıyız?
Yüzlerini görecek miyiz? Dünyada eşi benzeri olmayan F tipi tabir edilen,
ancak Amerika'da idamına karar verilenlerin son günlerini geçirdikleri
tecrit hücrelerini andıran bu insanlık dışı 'modeldeki' ısrarımızı,
sürdürecek miyiz?
Operasyon öncesi Hikmet Sami Türk'ün F tiplerinin gözden geçirileceğine/bazı
değişikliklere gidileceğine dair sözünü; Ağır Şefkat Operasyonu'nun ardından
unutması, unutturması, söz konusu etmemesi peki, demokratik devlet anlayışı
ile bağdaşıyor mu?
Verilmiş böyle bir söz varken, ondan dönülmesi; operasyonun o yakıcı
operasyonun akabinde de "Karıştırmayın şimdi bunları. Temiz temiz yaptık
operasyonumuzu, yaktık çenelerini," tavrına girilmesi hukukla, demokrasiyle,
insan haklarıyla, hükümet olmakla, seçilmiş olmakla bağdaşmakta mıdır?
'Normal' midir? Olacak 'iş' midir?
Demokrasilerde HERKESİN sesi duyulur.
Herkesin, bir diyeceği vardır. Olabilir. Diyeceğini ifade etme özgürlüğü
vardır. Demokrasilerde beyler, maalesef, öyledir.
Sesleri kapatabilirsin, yakabilirsin, örtebilirsin, kısabilirsin sesleri.
Antidemokratik yöntemlerle, bu mümkündür. Ama bakarsın, o kestiğin,
kıstığın, yok saydığın sesler; 80 yıl sonra, 90 yıl sonra dahi duyuluyorlar.
Hiç ummadığın yerlerden. Hiç ummadığın zamanlarda yükselir sesler. Sesi
duyulmayanların sesi, bir yerlerden çıkıverir.
Artık ne kadar tepinsen, susturamazsın.
Mazlumun ahı. Sesini kıstığının sesi. Hiç beklemediğin yerlerden çıkar.
Aheste aheste. Hem de.
24 Ocak 2001 - Radikal

Hiç yorum yok: