8 Kasım 2009 Pazar

Güler Zere'ler ölmesin!

Geçen yıl gene umursamazlığımızın yapış yapış temmuz ayında, hapishanelerde ölmeye yatmış tutuklu ve hükümlüleri yazmıştım. Kaldırmaya bir türlü mecalimiz yetmeyen.

Bu memlekette bir yakını, bir tanışı cezaevinde yatmayan, yatmamış kimse var mıdır, bilmiyorum.

Varsa da bu durumun doğal olmadığını kendilerine hatırlatmak isterim.

Dolayısıyla cezaevleri koşullarının insan olana verdiği dehşet hissinden korunabilmenin, kendinden vazgeçmişlikle ilintilendirilebileceğine inanıyorum.

İradesi üstünde durmadan tepinilmiş insanların halk pozu verip durdukları memleketimizde hayata, hayati olana yönelik kayıtsızlık ürkütücü boyutlarda.

Ergenekon paşalarının tez zamanda kendilerine özel hastanelere sevk edilerek pek çürük çıktıklarını biliyoruz. Tahliye edildiler. Ne güzel. Ağır hasta insanların cezaevi koşullarında iyileşebilmeleri imkânsız çünkü.

Ama bir de geride kalanlar var. Kendilerine özel hastaneleri olmayan. Arkalarını bir kuruma dayamamış olanlar.

Bir kez cezaevine girdiler mi onlardan toptan vazgeçmemiz gerekiyor, öyle mi? “Öyle yağma yok!” diye bağırmadığımız takdirde hücrelerde-koğuşlarda birer birer tükenecekler.

Ölümcül hastalıkların pençesinde berbat koşullar altında acıdan kıvranarak yaşamaya zorlananlardan biri de Güler Zere.

Bir iki gün önce Mavioğlu gazetemizde yazmıştı: “Ağıziçi ve boynundaki kanserli tümörler nedeniyle damağı alınan ve tedavisinin cezaevi koşullarında mümkün olmadığı Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı’nın raporuyla belirlenen Güler Zere’nin cezasının ertelenmesi başvurusunun hasıraltı edildiği iddia edildi. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi adına Elbistan Başsavcılığı’na dilekçeyle başvuran avukat Taylan Tanay, Elbistan Cumhuriyet Savcısı Orhan Irmak’ı Zere’nin cezasının ertelenmesi yönündeki başvurusunu işleme koymayarak ‘Kasten adam öldürmeye teşebbüs etmek’le suçladı.”

Güler Zere, 37 yaşında. 14 yıldır tutuklu.

Malatya 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce verilen 34 yıllık hapis cezasının infazını çekmek üzere Elbistan E Tipi Kapalı Cezaevi’ndeyken kanser hastalığına yakalandı. Hastalığının teşhis ve ilk tedavisi Çukurova Üniversitesi Balcalı Araştırma Hastanesi’nde yapıldı. Oradan Adana Karataş Kadın Cezaevi’ne sevk edildi.

Avukatları, Zere’nin tedavisinin cezaevi koşullarında sürdürülemeyeceğini belirterek 12 Mart 2009’da Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdular. Başvuruda, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 16. maddesi uyarınca Zere’nin cezasının ertelenmesini istediler.

Söz konusu maddeye göre, tıbben tedavisine olanak bulunmayan veya tedavisi uzun sürebilecek hastalık durumlarında cezanın hastane mahkûm koğuşunda infazı, hükümlünün hayatı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa cezanın infazı geri bıraktırılması gerekiyordu.

Adana Cumhuriyet Başsavcılığı, bu talep üzerine Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan rapor istedi. 22 Haziran 2009’da hazırlanan rapor şöyleydi:

“Evre 4 malign oral kavite karsinomu nedeniyle ağır özürlü sayıldığı yaşamının ağır risk altında olduğu, şahsın bir başkasının bakım ve gözetimine muhtaç olduğu, radyoterapi de içerecek yoğun ve ağır bir tedavi gerekebileceğinden bu koşulların sağlanabileceği bir sağlık kuruluşunda tedavi ihtiyacı olduğu cezaevi koşullarında bu bakım ve tedavinin sağlıklı olarak yerine getirilmesinin mümkün olmadığı, belirtilen nedenlerle iyileşinceye kadar hapis cezası infazının ertelenmesinin uygun olacağı...”

Bu raporun aynı gün Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiş olmasına rağmen Zere hâlâ serbest bırakılmadı.

Bu arada Adana Cumhuriyet Başsavcılığı boş durmadı elbet.

‘Zere’nin durumunu ortaya koyan dosyanın Elbistan’da olduğu için başvurunun Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılması gerektiği’ yönünde itirazda bulundu.

Avukatlar aynı gün Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı’na faks dilekçe ile başvurdu.

Lâkin Elbistan’dan ses soluk yok. Başvurunun akıbeti ile ilgili olarak avukat Tanay, suç duyurusunda bulundu. Bu başvurunun kaybolmuş ya da kaybedilmiş olduğunu iddia ediyor. Yani kasıt olduğunu.

Zere’nin sağlık durumuyla ilgili beş ayrı rapor var. Zere’nin “ağır özürlü” olduğunu belirten. Ama şimdinin moda terimiyle ‘rövanşist’ devletin şanlı bir neferi olan Elbistan Cumhuriyet Savcısı Orhan Irmak onu 28 saatlik bir yolculukla İstanbul Adli Tıp Kurumu’na sevk ediyor.

Zere’nin avukatı Tanay da savcıyı ilk başvuruyu kasten göz ardı etmekle suçluyor.

Cezaevlerinde sağlık

Siirt E Tipi Cezaevi’nde geçen sene, gene temmuz ayında Ali Çekin, tedavisi engellendiği için hayatını kaybetmişti.

İnsan Hakları Derneği’nin 2008 raporundan cezaevlerinde sağlık sorunları açısından gelen şikâyetlerin dökümünü özetleyerek veriyorum:

* Cezaevlerinde ölüm aşamasında olan hasta mahpusların tedavilerinin yapılmadığı, yetkili makamların bu mahpusları ölüme terk ettiği,

* Cezaevlerinde yatalak vaziyette olan ve kendi ihtiyaçlarını bile karşılayamayan bu insanların hastanelerde bakımının yapılması önünde engeller çıkarıldığı,

* Cezaevi yetkilileri ve özellikle jandarmanın, ciddi sağlık sorunu olan kişileri hastanelerde mahkûm koğuşları olmamasını gerekçe göstererek tedavi ettirmediği,

* Cezaevlerinde yeterli sayıda doktor kadrosu olmaması ve bu gerekçeyle sağlık sorunları olan mahpusların tedavilerinin zamanında yapılamadığı, doktorun cezaevine geleceği gününü beklemesinin söylendiği,

* Cezaevlerinde geceleri doktor bulunmamasından dolayı mahpusların rahatsızlıklarında jandarmanın hastaneye götürmede sorun çıkardığı,

* Cezaevi doktorunun çoğu hastalıkları psikolojik kabul ettiği ve hastaneye sevkte zorluk çıkardığı,

* Hastaneye sevkte jandarmanın özellikle doktor kabulünde kelepçeyi çıkarmadığı,

* Mahpusların tedavisini yapan doktorun kelepçeli tedaviyi kabul etmesi icin mahpusa baskı uygulandığı,

* Özellikle kadın mahpusların jinekolojik tedavileri yapılırken jandarmanın odadan çıkarılmadığı,

* Cezaevindeki sağlık memurunun gece kalmamasından kaynaklı ilaç vermede sorun yaşandığı,

* Cezaevi doktoru tarafından verilen ilaçların çoğunlukla ağrı kesici olduğu ve yeterince kendileriyle ilgilenilmediği,

* Hastaneye ameliyat ve fizik tedavi için götürülen hastalara bilgi verilmeden yeniden cezaevine getirildikleri,

* Uzun süreli cezaevinde bulunan mahpuslarda cezaevinin ve odaların fiziki yapısından kaynaklı görme ve duyma, mesafe algılamada ciddi rahatsızlıkların başladığı,

* Mahpusların sağlık sorunları gerekçesiyle verilen rejim yemeklerinin rejim yemeği olmadığı sadece diğer mahpuslara verilen yemeklerin salçasız şekilde getirildiği,

* Cezaevinde yaşanan ölüm olayında cezaevi doktoru ve cezaevi yetkililerinin çelişkili ölüm beyanları verdikleri,

* Yasamsal sorunu olan hastaların tam teşekküllü hastanelerin bulunduğu illere sevkinin yapılmadığı,

* Yatalak durumda olan hastaların hastaneye sevk edilişinde uygun olmayan cezaevi ring araçları ile götürüldüğü,

* Yaralı olarak cezaevine getirilen mahpusların tedavilerinin yapılamadan hücreye konulduklarını biliyor muydunuz?

Resmi kurum ve yetkililer, mahpusların yeterli düzeyde sağlıklı yaşam koşullarına ve tıbbi bakıma erişimini sağlamakla yükümlüdür.

Uluslararası standartlar, cezaevinde sağlanan tıbbi bakım hizmetinin, cezaevi dışındaki olanaklarla eşit olması düsturu üstüne oluşturulmuştur.

Komitesi’ne göre; “Cezaevlerine gelişlerinde hükümlülere, sağlık bakım hizmetinin varlığı ve işleyişi hakkında bilgi veren ve hijyenle ilgili temel önlemleri hatırlatan bir kitapçık veya broşür verilmesi faydalı olacaktır”.

Komite, ayrıca “Tutukluların gözetim altında bulundukları süre boyunca, tutukluluk sürelerinden bağımsız olarak her zaman bir doktora erişim haklarının bulunması gereklidir.

Sağlık hizmetleri, doktora danışma talepleri gereksiz gecikme olmadan karşılanacak şekilde düzenlenmelidir.” diyor.

Bizim de haykırmamız gerek. Cezaevlerinde can çekişen insanlarımızı tahliye edin!

Onların yaşam hakkını gasp etmeyin!

Onlar sandığınız kadar kimsesiz değil, bunu da iyi bilin!

Yıldırım Türker

13 Temmuz 2009 - Radikal


Hiç yorum yok: