18 Aralık 2012 Salı

Yalınayak Yürüyoruz




Devlet, bu topraklarda düşüncesinden korktuğu sayısız insanı, kapattığı hapishanelerde psikolojik ve fiziksel bir çok saldırıya maruz bırakmıştır ve bırakmaktadır. 12 Eylül Darbesi döneminde tutsaklar; devletin kendilerine dayattığı tek tip elbise giyme zorunluluğunu reddettikleri için, mahkemelere çıplak, yalınayak çıkmak durumunda kalmışlardır. Ve yalınayak olmak, işkenceye karşı direnişin göstergesi olmuştur.
İletişim cezaları
Cezaevlerindeki tutsaklar, hapishane yönetiminin keyfi tutumlarıyla disiplin cezalarına çarptırılıyor. Bazen bir türkü söylediklerinde, bazen ezilenlerin birlik ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı kutlamak için slogan attıklarında, yaşanılan bir adaletsizlik karşısında tepkisini sloganlarla dile getirdiklerinde ya da herhangi bir yere götürülürken uzaktan gördükleri diğer tutsaklara selam verdiklerinde disiplin cezalarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Disiplin cezaları arasında en çok uygulanan ceza ise iletişimden men cezasıdır. Tutsakların çoğu, üç kişilik ya da tek kişilik hücrelerde kalıyor.
Çoğu hapishanede, 9 saatlik sohbet hakkı uygulanmıyor. Aynı havalandırmayı kullanamayan onlarca tutsak var. Ve tutsaklar sınırlı sayıda (üç kişi) görüşçüye, haftada bir telefon etme ve haftada bir kapalı görüş ile ayda bir açık görüş hakkına sahip. Kapatılan bu insanlar, verilen iletişim cezaları yüzünden aylarca, bazen yıllarca görüşlere çıkamıyor, telefon edemiyor, mektup yollayamıyor ve mektup alamıyor.
Verilen iletişim cezaları, hapishanelerde farklı şekillerde uygulanabiliyor. Bazı tutsaklar sadece haftada bir kapalı görüşe çıkabiliyor ve sadece ayda bir mektup alıp cevaplayabiliyor. Bazıları açık-kapalı hiç bir görüşe çıkamıyor, sadece mektup yazabiliyor ve telefon edebiliyor. Bazıları ise mektup da yazamıyor, telefon da edemiyor… İnsandan, sohbetten uzaklaştırılarak, zaten zor olan hapishane koşulları, onlar için daha da zorlaştırılıyor. Devletin ve hapishane yönetiminin dayatmalarına karşı olan tutsaklara verilen iletişim ve benzeri cezalar, insani duygulardan ne kadar uzaklaşıldığı gözler önüne sermektedir. Bu cezalar karşısında yıllarca direnmiş ve hala direnmekte olan tutsaklar ise iradelerine, kimliklerine sahip çıkmaktadırlar.
Her şey dilekçe ile
Duvarlar ardına kapatılan insanlar, tutsaklıklarının ilk dakikalarından itibaren hapishanede geçirdikleri süre boyunca, orada yapacakları her şey için bir dilekçe vermek zorundadır. Bu uygulama yüzünden tutsaklar, en temel ihtiyaçlarını bile hapishane yönetimine dilekçe vererek karşılıyorlar. Yatak, su, haftalık kantin alışverişi, berber, kütüphane, gazete, spor faaliyetleri, kaldıkları hücrede ortaya çıkan herhangi bir teknik aksaklık ve daha birçok şey için, tutsakların dilekçe vermesi zorunlu kılınmıştır. Bu uygulama ile, tutsaklara yukarıda saydığımız tüm yaşamsal ihtiyaçlar için dilekçe verdirilerek, adeta hapishane içinde hapishane
yaratılmaktadır. Hapishaneleri, otoritesinin tam anlamıyla hayat bulduğu ve hüküm sürdüğü yerler olarak belirleyen devlet, bu ve benzeri uygulamaları yıllardır tutsaklara dayatmaktadır.
Üzerinden yıllar geçtiği halde, bu tür uygulamaların yansımalarını hapishanelerde hala görüyoruz. Tekirdağ F tiği cezaevindeki arkadaşımız Özgür Aydın, yolladığı mektupta, kendilerine dayatılan benzeri uygulamalara dikkat çekiyor:
“Merhaba,
12 Eylül Cuntası ve darbecilerle hesaplaştığını iddia eden AKP döneminde, darbe dönemini aratmayacak uygulamalar hayata geçiriliyor. F tiplerinde kısa süre önce başlatılan “ayakkabını kutuya kendin koy” dayatmasıyla birlikte tutsaklara, gardiyanların görevleri yaptırılmaya çalışılmaktadır. Bu dayatmaya direnen tutsakların ayakkabılarına el konulup depoya kaldırılmaktadır. Bu uygulamanın devam etmesi halinde, yakında hiçbir siyasi tutsağın ayakkabısı kalmayacak. Bu havada hücrede yalınayak gezmek zorunda kalacağız. Açıktır ki, tutsakların sağlıklarının bozulması, kalıcı hastalıklara yakalanmaları demektir. 12 Eylül döneminin “tazyikli su, çırılçıplak soyarak dışarıda bırakma” yöntemleri, günümüzde böyle inceltilerek(!) hayata geçiriliyor.”
Hapishanelerde yedi günde üç ölüm
Bingöl M Tipi Cezaevi’nde 2 yıldır hasta olmasına rağmen tutulan Mahmut Karataş, 3 Nisan günü yaşamını yitirdi. İki gözü de görmeyen, ileri derece şeker hastası olan Karataş’ın cezasının ertelenmesi ve tedavisinin yapılması için yapılan başvurular görmezden gelindi. Hastalığından dolayı şuurunu yitiren ve doktorların “Hasta tedaviyi kabul etmedi.” demelerine rağmen tahliye edilmeyen Mahmut Karataş, 75 yaşında cezaevinde yaşamını yitirdi.
Adıyaman ve Muş cezaevlerinde 16 yıl tutuklu kalan ve lenf kanseri olan Nurettin Soysal, tahliye edildikten 17 ay sonra tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi.
90 yıl hüküm verilen Soysal, cezaevinde 13 yıl kaldıktan sonra boynundaki şişkinlik şikayetiyle doktora gitti, bir rahatsızlığı olmadığı söylenerek geri gönderildi. Günden güne boynundaki şişkinliğin artmasıyla durumu ağırlaşan Soysal, tüm başvurulara rağmen uzun süre hastaneye götürülmedi. Ölüm döşeğine gelen Nurettin Soysal için Dicle Üniversitesi’ndeki doktorlar Adli Tıp Kurumu’na başvurdular, “Şimdi git, sonra gel.” denilerek geri çevrildi. 6 aylık ömrünün kaldığını söyleyen doktorları tarafından yeniden başvuruda bulunuldu. 13 Kasım 2010 tarihinde tahliyesine karar verilen Soysal, 17 ay boyunca Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi›nde kaldı. Geç tahliye edildiği için tedavisi zamanında yapılamayan Soysal, tüm müdahalelere rağmen 4 Nisan günü 41 yaşında yaşamını yitirdi.
Doğubeyazıt Kapalı Cezaevi›nde tutuklu bulunan Mahmut Çakan, karaciğer yetmezliği nedeniyle tedavi görüyordu. 2 yıldır farklı hastanelere tedaviye gönderilen Çakan, Cumhurbaşkanlığı›na defalara başvuru yapılmasına rağmen tahliye edilmedi. Mahmut Çakan, Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 12 Nisan günü yaşamını yitirdi.
Şu anda hapishanelerde tedavi edilmeyi bekleyen 263 hasta tutuklu bulunuyor. Hayati tehlikesi üst düzeyde olan 112 tutsak, hastalıkları nedeniyle sürekli tedavi görmesi gereken 67 tutsak ve sağlık kontrolünden düzenli geçmesi gereken onlarca tutsak var. Cumhurbaşkanlığı, Adalet Bakanlığı ve diğer devlet kurumları, tüm başvurulara rağmen, hapishanelerdeki hasta tutsakları görmezden geliyor. Tutsakların tahliyesine, ancak ölümün kıyısına geldiklerinde karar verilmesi, onların ölümüne karar verilmesidir.

17 Haziran 2012 Pazar

Urfa Hapishanesi'nde İsyan: 13 Ölü



Urfa'da BDP milletvekili İbrahim Ayhan'ın da tutuklu bulunduğu E Tipi Kapalı Cezaevi'nde, isyan çıktı. İsyanın cezaevi yönetimini protesto etmek için başlatıldığı öğrenilirken, çıkan yangında ilk belirlemlere göre 13 mahkum hayatını kaybetti yaklaşık 60 mahkum ise yaralandı.


275 kişi kapasiteli olduğu öğrenilen Urfa E Tipi Kapalı Cezaevi'nde yaklaşık bin 100  mahkum bulunuyor.
YAŞAMINI YİTİRENLERİN İSİMLERİ AÇIKLANDI
BDP Urfa Milletvekili İbrahim Ayhan ile birlikte yaklaşık 1200 tutsağın bulunduğu 275 kapasiteli Urfa E Tipi Kapalı Cezaevi'nde, C-15 koğuşunda yaşamını yitiren 13 kişinin isimleri açıklandı. Urfa Valisi Celalettin Güvenç’in aileleri yanına çağırarak isimleri açıklaması esnasında çocuklarının yaşamını yitirdiği haberini alan aileler, ağıtlar yaktı.
Urfa Valisi Celalettin Güvenç, C-15 koğuşunda çıkan yangın sonucu 13 adli tutuklunun yaşamını yitirdiğini 5'inin de yaralandığını açıkladı.
Vali Güvenç, “Cenazeler tanınmadığı halde olduğu için ailelerden kan örneği alındıktan sonra cenazeleri teslim edeceğiz” dedi.


Cezaevinin C-15 koğuşunda yanarak yaşamını yitirenlerin isimleri şöyle: Şükrü Uldes, Fuat Yıldız, Sinan Özalp, Mehmet Satış, Süphi Köksal, Yunus Eskili, Mehmet Emin Gerçek, Hüseyin Kıskaç, Mehmet Kemal Kılıç, Taner Şimşek, Bakır Tek, Mehmet Aslantay, İbrahim Halil Kaya.

KAVGA DEĞİL İSYAN

Urfa E Tipi Kapalı Cezaevi'nde herhangi bir kavganın yaşanmadığı, adli tutukluların dayanılamaz cezaevi şartlarına isyan ettiği için yangını çıkardığı belirtildi. BDP Milletvekili İbrahim Ayhan ile görüşme gerçekleştiren Av. Bekir Benek, Ayhan'ın anlattıklarını aktardı.


Yaklaşık 30 dakika önce cezaevine alındıklarını ve gördükleri manzara karşısında şok olduklarını belirten Av. Benek, 12-13 cesedin cezaevi bahçesinde ceset torbalarının içinde olduğunu gördüklerini ve bahçeyi geçtikten sonra koridorda İbrahim Ayhan ile görüştüklerini aktardı. Ayhan'ın kendilerine cezaevi koşullarını protesto etmek için yangının çıkarıldığı bilgisini verdiğini belirten Benek, "270 kişi kapasiteli cezaevinde 1200 tutuklu bulunuyor. Cezaevinde her türlü hak ihlalinin yaşandığını aktardı.


C-15 koğuşunda da bu cezaevi şartlarını protesto amaçlı yangın çıkardığını, kimi insanların o yangın sonucu yaşamını yitirdiğini bunun da bir katliam olduğunu aktardı. Sayın Ayhan, cezaevinde yaşanan hak ihlallerini bizzat kendisinin defalarca gerek Adalet Bakanlığı gerekse de tüm yetkililere aktardıklarını, yaşananları yazdıklarını, ancak Urfa Cezaevi'nde herhangi bir iyileşme yapılmadığını aktardı. Bu katliamın da bunun sonucunda olduğunu söyledi" dedi.


'YAPILAN KATLİAMDIR'İbrahim Ayhan'ın çok üzüntülü olduğunu aktaran Benek, "Kendisi de o cenazeleri gördü. Sorumluların Urfa Cezaevi idaresi ve Adalet Bakanı olduğunu söyledi. 270 kapasiteli cezaevinde şu an 1200 tutuklu olduğunu, 6 kişilik koğuşlarda 12, 16 hatta 30 tutuklunun bile kaldığını, yataklarda 2'şer kişinin kaldığını aktardı. Bu şartlarda Urfa gibi sıcak bir yerde yaşanan bu hak ihlalleri ciddi bir birikim yarattı. C-15 koğuşundaki mevcut durum bunun sonucu oldu. Sonuç itibariyle bunun katliam olduğunu ifade etti" diye konuştu.


'VAHŞETİ GÖRDÜK'Cezaevindeki izlenimini de aktaran Benek, "İtfaiye girmiş, tüm koğuşlarda yoğun önlemler vardı. Herhangi bir yangın yoktu. Vahşet vardı, ceset torbaları içine konulmuş insan cenazeleri vardı. İnsanlık adına insanın içini acıtan bir şeydi" dedi.


İbrahim Ayhan'ın "güvenlik" gerekçesiyle Antep Cezaevi'ne sevk edileceği duyumunu aldıklarını ancak bunu doğrulatamadıklarını söyleyen Benek, bunun sürgünler için bir fırsat da olacağı kaygısı taşıdıklarını kaydetti. Benek, son olarak siyasi koğuşlarda herhangi bir yaralının olmadığını belirtti.


Öte yandan Cumhuriyet Savcısı'nın cezaevindeki incelemeleri sürüyor.


Ayrıca cezaevinden çıkarılan yaralı bir tutuklunun elleri kelepçeli bir şekilde silahlı askerler nezaretinde sedye ile ambulansa bindirilmesi ve hastaneye kaldırılması dikkat çekti.
CEZAEVİNDEN SLOGAN SESLERİ YÜKSELİYOR
Bu arada aynı cezaevindeki diğer tutuklular 13 kişinin feci şekilde can vermesini protesto ediyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'in bulunduğu cezaevinde protestolar devam ederken, ailelerin de cezaevi önünde bekleyişi sürüyor.


SADULLAH ERGİN VE FARUK ÇELİK CEZAEVİNDEAdalet Bakanı Sadullah Ergin ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'in cezaevinde incelemeleri halen devam ederken başlayan protestolarda slogan sesleri hiç dinmiyor. BDP Urfa Milletvekili İbrahim Ayhan'ın da bulunduğu cezaevinde kimi tutsaklar kapılara ve pencerelere vururken, kimi tutsaklar ise slogan atıyor. Protestolar bakanların cezaevine girmesiyle başlarken siyasi tutsakların da protesto eylemine destek verdiği bildirildi.


Cezaevi önünde bekleyen aileler, protesto seslerinin duyulmasıyla cezaevinin arka kısmına geçmek istedi. Polislerin engeliyle karşılaşan aileler ile polisler arasında gerginlikler çıktı. Yaşanan duruma tepki gösteren aileler, ağıt ve feryatlar yaktı. Ailelerin ısrarcı duruşu nedeniyle polisler geri çekilmek zorunda kaldı. Basın mensuplarının çekim yapmasına da izin verilmezken, cezaevinden protesto seslerinin yükselmesi devam ediyor.



(diha-emek dünyası-yüksekovahaber)
Kaynak: Birgün

Anarşi Tutsak Edilemez

iç mihrak