Bir disiplin olarak psikoloji pek masum görünür. Her ne kadar "psikolojik" ifadesinin mustarip olduğu korku ve endişe algısı, toplum için önemli bir önkabulse de, dahası "psikolog" figürü, mahremiyete bağlı direnci kıran, zaafları görmeye ve yüzüne çarpmaya muktedir olan bir "risk" olarak düşünülse de, kendi başına 'psikoloji' kavramı, sağduyu, selamet, metanet, başarı, verim, iyilik, güzellik, hoşluk tabloları ile anılır. Psikologlar, toplumun aklıselim ve anlayışlı unsurları olarak, sosyal terazinin herhangi bir kefesine konulmaz; çoğu kez, dengeleyici unsurlar olarak, sınıflarüstü bir usla algılanır. Hatta, yapılan kimi araştırmalar, insanların, sosyal adalet kavramını yargıç ve savcılardan çok daha fazla psikologlarla ilişkilendirdiğine ilişkin bulgular taşır. Sigorta şirketlerinin, otomobil kaskoları için psikologlara tanıdığı önemli indirim olanakları da, psikologların trafikte uysal, sakin, dikkatli, adil olacağına ilişkin bir inançtan ileri geliyor olmalı. Bununla birlikte, herhangi bir toplumsal, siyasal konuda taraf olan psikologların yadırganması da, bu algıyı destekleyen başka bir emaredir. Sözgelimi, toplumun zihinsel kurgusunda, bir psikoloğun bir eylemde slogan atarken tasavvur edilmesi güçtür. Psikologların, çileden çıkıp kitleler halinde protestolar tertipleyebileceği ise tahayyül bile edilmez.
Ne var ki, aslında, en genel anlamıyla psikoloji de, psikologların sosyal düzlemi de, psikolojinin ürettiği bilgi de bir ideolojik bağlam içerisinde şekillenir. Psikoloğun üretip uyguladığı bilgi, belirli bir tarihsel, politik atmosferden bağımsız steril bir ortamda değil, pekala içerisinde yaşadığı ve parçası olduğu politik iklimin olanakları ile yaşam bulur. Psikolog bunu amaçlamasa da, hatta kaçınsa da geldiği nokta politiktir. En basitiyle, psikolojinin en pelesenk olmuş ifadesi olan "normallik" kavramının aslında oldukça politik bir kod olması, psikoloğun giydiğinin ne kadar sağlam pabuç olabileceğine işarettir. Bu durumda, kendini çamurda hissetme gereği duyan psikoloğun yapması gereken elbette ayrı bir konudur. Ama bu durumla yüzleşmekle başlamasının gerektiği açıktır.
'F tipi psikologlar'!
Tecrit tipi hapishanelerde adına "Psiko-sosyal hizmet birimi" denilen, mahkumlarca, daha çok psikologlar ile anılan bir departman mevcut. Lakin, Sincan'dan Edirne'ye kadar tecrit hapishanelerinde kalan mahkumların bu birimde görevli psikologlarla ilgili pek yaygın söylemi ise çok ilginç: 'Cezaevinin genelkurmayları!' Mahkumların anlatımları, özellikle F tiplerinde adım atmak için psikoloğa görünmek ve talepleriyle ilgili bilgileri vermek zorunda bırakılmak üzerine bir sistem olduğu yönünde. Psikologla olan ilişki bir tretman kanaati olarak değerlendirilip mahkumun "ehlileştirilmesi" konusunda hangi argümanların kullanılacağını belirliyor. Bu haliyle görevinin, mahkumiyet yaşamı süren bireylerin ruh sağlıklarını gözetmek değil, tecrit rejiminin selameti için çalışmak olduğu, tecritin kurgusundaki siyasal beklentilerin başarısı için bir program yürütmek olduğu pek belli olan ve adına "psiko-sosyal hücum birimi" denmesi daha isabetli olan bu departmanın uygulamaları, tecrit modelinin hem hazırlanmasında hem de işler kılınmasında bir disipilin olarak psikolojinin rolünü ifade ediyor.
Sicil ve müşahade fişi
Tecrit tipi hapishanelerde düzenli aralıklarla kullanılan, "Sicil ve Müşahade Fişi" adlı envanter, sosyal bilgiler, kazai bilgiler, infazla ilgili bilgiler, sağlık fişi gibi bir dizi başlıktan oluşuyor. Tecrit tipi hapishaneler açılmadan önce, genel bir özgeçmiş fişi kullanılıyorken, tecrit modeline bağlı olarak geliştirilen bu dökümanda, mahkumun her türlü davranışsal, ruhsal öyküsünü ve mevcut değişkenleri kontrol altına almaya dönük bir donanım söz konusu. Medeni hal, mali durum, tahsil derecesi gibi bilindik özgeçmiş maddelerinin yanında, mahkumun geçmişte hangi travmaları yaşadığını, bu travmalar karşısındaki tutumunu, bilhassa zayıf yönlerini, başından mühim bir macera geçip geçmediğini, hayatındaki mahrumiyetleri, düşkün olduğu zevk ve alışkanlıkları, ilk kez ne zaman, nerede "bluğa erdiğini", ilk cinsel münasebetini ne zaman yaşadığını, regl öyküsünü, cinsel kimliğini soran maddeler, tecrit tipinin, mahkumun zihnine hakim olma hevesi üzerine olan kurgusunu ele veren önemli işaretler. Fişin ilerleyen maddelerinde, mahkumun hapishaneye geldiğinde ilk "öğüdü" nasıl karşıladığını, cezaevi idaresine direncini, pişman olup olmadığını ölçen sorular, gittikçe tecrit rejiminin fotoğrafını ve psikologların bu rejim içinde konumlandıkları yeri ortaya çıkarır nitelikte. İnfazla ilgili konular başlığı altındaki maddeler ise, ürkütücü olmakla birlikte, tecrit modelinin şifrelerini netleştirmemize yarıyor. Uysal mı, geçimli mi, ideolojik bağlılığı sürüyor mu, samimi mi, riyakâr mı, kimlerle mektuplaşıyor, yazdığı ve aldığı mektuplar hangi konulara temas ediyor, kimler ziyaret ediyor, ziyaretçiler arasında hassas olduğu kişiler kimler, daha ziyade hangi mahkumlarla anlaşabiliyor, çatışıyor, bu konuda ne gibi sebepler düşünülebilir, iyi hareketleri nelerdir, açık olarak tarihleri ile birlikte kötü hareketleri nelerdir, mahkuma verilen imtiyaz ve mükafatlar nelerdir, ruhi ahvali, tezahüratı nedir gibi sorular ve bu minvalde mahkumun bütün sosyal algısına, benlik algısına hakim olmaya yönelik bir dizi madde, tecrit modelinin esasen özel bir psikolojik infaz konsepti olduğunu açıkça ele veriyor.
Söz konusu fişleri dolduran psikologların, politik tutukluların birer hasta, sahip oldukları tüm politik ve toplumsal değerlerin de imha edilmesi gereken değişkenler olduğu önkabulü ile maddelerin karşılarına aldığı notlar, tecritin, bireyin insan yanına dönük nasıl bir tehlike olduğunu apaçık ortaya koyuyor. 'F tipi psikologların', cezaevi popülasyonunu, uysal ve işbirliğine hazır olanlar ve korudukları inanç bütünlükleri ile buna bağlı politik dirençleri itibarıyla, türlü yaptırımları hak edenler gibi bir ölçekle ayırması, psikologların hangi düzeyde taraf olduklarını göze sokar nitelikte.
Genelge ve tecrit
Tüm bunlar, tecrit modelinin, birer ya da üçer kişilik izolasyon mimarisinden ve buna bağlı hukuki bir fenomenden ibaret olmadığını, en başından beri derinlikli bir rejim olarak tasarlandığını, aslında bir model olarak tecritin teknik bir araç olduğunu, asıl üzerine gidilmesi gerekenin "tecrit etme" zihniyeti ve hazırlayıcı-uygulayıcı erkin tecrit modelinden beklediği siyasal hedefler olduğunu gösteriyor. Tecrit karşıtı muhalafetin, pek sınırlı düzenlemeler öngören ve aradan geçen 1,5 aya karşın iki cezaevi dışında uygulanmayan "yatıştırıcı" bir genelge sonrasında, süregiden sorunu örttükçe de inkar eden bir satıhta "durağanlaşması" endişe verici ve bir bütün olarak "tecrit etme" anlayışını ortadan kaldırmak konusunda da umut kırıcıdır.
Müşahade ve Sicil Fişi ise, başta psikologlar olmak üzere herkes için, -ama özellikle genelge suskunu kamuoyu için-, tecrit sisteminin 'küçük düzenlemelerle halel gelmeyecek' derin ve hazırlıklı bir "rejim" olduğuna dair sağlam bir nişane olsun.
ONUR GÜLBUDAK: Psikolog
04/03/2007 - Radikal iki
04/03/2007 - Radikal iki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder