26 Aralık 2008 Cuma

Hapishanelerde bir ölüm daha...

Ferizli L Tipi Hapishanesi'nde cinayet zanlısı olarak tutuklu bulunan Fatih Kolbasar, mahkemede duruşmaya çıkacağı günün sabahı odasında ölü bulundu. Ölüm tutanağında, Fethi Kolbasar'ın ağzında çorap bulunduğu, elleri ve ayaklarının bağlı olduğu ifadeleri yer alırken bu durumdaki bir kişinin nasıl olup da kendini astığı merak konusu oldu.

Ferizli L Tipi Hapishanesinde 16 Aralıkta kendini asarak intihar ettiği öne sürülen Fatih Kolbasar'ın ağabeyi, kardeşinin ölümünün şüpheli olduğu gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Ağabey Recep Kolbasar, Ferizli Adliyesi önünde gazetecilere yaptığı açıklamada, cinayet iddiasıyla 7 aydır hapishanede tutulan kardeşi Fatih Kolbasar'ın (31) cesedinin, 16 Aralıkta tek başına kaldığı odada çamaşır ipiyle pencere demirine asılı halde bulunduğunu öne sürdü.

Kardeşinin ölümünün şüpheli olduğu gerekçesiyle Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduklarını kaydeden ağabey Recep Kolbasar, en son Kurban Bayramı'nda ziyaret ettiği kardeşinin moralinin çok iyi olduğunu ve 17 Aralıkta çıkacağı mahkemeyi beklediğini bildirdi.

Kardeşinin işlemediği bir cinayetten dolayı 7 aydır tutuklu bulunduğunu iddia eden Recep Kolbasar, şu görüşleri dile getirdi:

''Kardeşimin ölüm tutanağı baştan sona çelişkili. Olayın çeşitli yorumlara açık bir ölüm olduğu belli. Tutanakta, kardeşimin ölümünden 2 gün önce bileklerini keserek intihara teşebbüs ettiği, bu nedenle tedavisi için hastaneye kaldırılıp orada bir akşam yattıktan sonra tekrar cezaevine getirildiği belirtilmiş. Tutanağa göre kardeşim, intihar teşebbüsünden uzak kalabileceği cezaevindeki tek keşilik başka bir odaya alınmış. Bu odada metrelerce uzunlukta çamaşır ipinin ve bandajın bulundurulması, intihara teşebbüs edecek kişinin teşebbüsüne mani olmak mıdır, yoksa yardımcı olmak mıdır?''

Tutanakta kardeşinin ayaklarını, ellerini kendisinin bağladığının anlatıldığını ifade eden Recep Kolbasar, ''Kardeşimin ölümü baştan sona şüpheli. Bu konunun araştırılması için savcılığa suç duyurusunda bulunduk'' diye konuştu.

Açı doyurun, hastayı ziyaret edin, esiri özgür bırakın.

26 Aralık 2008 günü, Kartal H Tipi Hapishanesi'nde kalan adli tutsakların yakınları isyan etti. Hapishanenin üç yüz metre kadar ilerisinde açıklama yapan tutsak yakınları, çevrede bulunan bir elektrik direğine kendini zincirledi.
"Kader mahkumlarına afff","Başbakan sözünü tut. Cezaevi resort doldu. Müşteriler memnun değil.", "Açı doyurun. Hastayı ziyaret edin. Esiri özgür bırakın" yazılı dövizler taşıyan biri kadın dört protestocu sessiz eylem gerçekleştirdi. Protesto eyleminin; öfkesini ve istemlerini genellikle sokakta duyurmaktan kaçınan adli tutsakların yakınlarınca gerçekleştirilmiş olması ayrıca dikkat çekti.
Hapishanelerde yatacak yer sıkıntısı nedeniyle mahkumların nöbetleşe uyuduğunu, yemeklerin iki öğün verildiğini, kadın ziyaretçilerin elbiselerinin çıkartılarak üzerlerinin arandığını belirterek, hapishanelerdeki tüm mahkumlar için af talep eden eylemciler; özgürlüğün tüm insanlar için bir hak olduğunu vurguladılar.
Eylem alanında geniş tertibat alan polis, eylemcileri direğe bağlayan zincirleri demir makasıyla kestikten sonra dört tutsak yakınını da gözaltına aldı.

Not: Eylemciler konuyla ilgili bir de imza kampanyası düzenliyorlar.

19 Aralık 2008 Cuma

19 Aralık… Ya da Hiç Düşmeyen Takvim Yaprağı
















Söz bitti…

Aynı koca yörüngeyi tam sekiz kez turladı dünya. İki bin sekiz yüz altmış bir kez doğdu güneş; yine de üzerimize çöken karanlığı aydınlatamadı hala.
Sekiz yıl… Sekiz metre kare… Yirmi dört saat beton… Yüz yirmi iki cenaze töreni… Kiminin bütündü otuz kiloluk bedeni, kiminin tanınmaz halde…
Sekiz yılda acının dokuz yüz yetmiş altı kez en derinine inildi. Beş bin yedi yüz yirmi iki kez sayım verildi. Tek sıra, hazırol’a geçilsin istendi. Geçilmedi…
Kadın ve erkek bedenlerine kaç cop, kaç tekme, kaç yumruk indirildiğini hesaplamadı kimse.

Söz bitti…

19 Aralık hakkında sekiz yılda binlerce kez aynı şeyler söylendi: ”Hayata döndürdük” dendi. “Devletin şevkatli elleri” dendi. “Sahte oruç kanlı iftar” dendi. “Devlet teröristle pazarlık etmez” dendi. “Kendilerini yaktılar” dendi… “Az kaldı… Kökünü kazır bitiririz elbet” dendi.
Bitmedi…

Evet 19 Aralık hakkında binlerce kez aynı şeyler söylendi: “Ölürüz ama teslim olmayız” dendi. “Yaşananlar düpedüz vahşetti” dendi. “Çocuklarımızı öldürtmeyiz” dendi. “Artık yeter!” dendi. “Artık yeter!” dendi.
Ar-tık ye-ter!” dendi.
Yetmedi…

Söz…19 Aralık üstüne söylenebilecek her şey söylendiği için değil… söylenebilecek hiçbir şey yaşananları anlatmaya yetmeyeceği için… bitti.

Beş yüz gün bilfiil açlık… Yanık insan eti kokusu… Parçalanmış beden… Kırılmış göğüs kafesi… Kopmuş kulak… Kafatasına gömülmüş şarapnel parçası… İnsanları daha sıkı kapatmak için yıkılan hapishane duvarları…

Söz bitti: Çünkü 19 Aralık, hiçbir dilde karşılığı bulunmayan bir doz aşımıdır: Süslenmemiş, inceltilmemiş, su katılmamış şiddettir… Kemiği eriten ateş… G3 mermisi… Gaz bombası… İş makinasıdır!
Falakadır 19 Aralık… Künt kafa travmasıdır… Fiili livatadır…
600 canlı cenazedir. Kafaya bastırılan postal, bileğe oturtulan kelepçe, mideye sokulan yemek hortumudur. Zihinden çekilip alınan hafızadır en çok…

19 Aralık bitkisel hayata dönüştür. Toplumsal terbiyedir… Emir komuta zinciridir.
Göz dağıdır…
Göz bağıdır…
Vicdani kuraklıktır!
19 Aralık vahşettir… Dehşettir…
Evet evet kuşkusuz ki devlettir…

Tarih: 19 Aralık 2000. Saat: Sabaha karşı dört…
Söz bitti… Zaman dondu…
Yirmi'sine bağlanamadı hala ayın on dokuzu…

Sonbahar



























Sonbahar 19 Aralık'ta gösterime giriyor....

26 Kasım 2008 Çarşamba

Yunanistan Hapishanelerinde Açlık Grevi

Yunanistan cezaevlerinde 7000'den fazla tutuklunun katıldığı 18 günlük açlık grevi, Adalet Bakanlığı'nın taleplerin bir kısmını kabul etmesiyle, 20 Kasım 2008, Cuma günü sona erdi. Bakanlık, 2009 Nisan'ında cezaevlerindeki tutukluların yarısını serbest bırakacağı sözünü verdi.

20 Kasım 2009 Perşembe günü, Yunanistan Cezaevleri'ne dair 45 maddelik kapsamlı bir cezaevi reform programına dair taleplerinin gerçekleştirilmesi amacıyla açlık grevine başlayan 7000in üzerinde tutuklunun mücadelesi ve cezaevlerinin dışındaki dayanışma hareketlerinin pek çok şehirde düzenlediği kitle yürüyüşlerinin karşısında, Adalet Bakanlığı'nın eylemcilerin taleplerinin çoğunu kabul etti ve gelecek Nisan'da tutuklu sayısının mevcut olan 12.315'ten, 6.815'e indirileceğini, böylelikle cezaevlerindeki tutuklu sayısının yarı yarıya azaltılacağını açıkladı.

Bakanlığın ayrıntılı açıklaması:

1) Herhangi bir suçtan ötürü, 5 yıla kadar mahkum edilmiş olan tüm insanlar; -uyuşturucu ile ilintili olan suçlar dahil- suçlarını para cezası ile tamamlamış sayılacaklar. Ancak bu karar mahkeme jürisi para cezasının gelecekte aynı nedenlerle suç işlemesini engelleyemeyeceğini düşünerek verilmiş olan -özel kararlara- etki etmeyecek.

2) En düşük bir günlük para cezası hükmünün tutarı olan 10 euro; 3 euro'ya düşürülmüştür, Jürinin şartlı tahliye için olan günlük cezası da jüri kararıyla 1 euro'ya düşürülmüştür...

3) Hapis cezası 2 yıla kadar olanlardan 5'te 1'ini tamamlayanlar ve 2 yıldan daha fazla ceza almış olup 3'te 1'ini tamamlamış olanlar herhangi başka bir kaideye tabi olmadan serbest bırakılacaklar...

4) Şartlı salıverilme ve uyuşturucu suçlarında, yatılan cezanın asgari limiti 3/5'e düşürüldü. 3459/2006 sayılı kanun (23 ve 23 maddeleri) nedeniyle ceza alanlar bu uygulamadan faydalanamayacak.

5) Mahkeme süresince tutukluluk hali süresi 18 aydan 12 aya indirildi, ceza süresi 20 yıldan fazla olanlar bu uygulamaya tabi olmayacak.

6) Yıllık cezaevi dışı izni 1 gün artırıldı. 3459/2006 sayılı kanunla cezalandırılan uyuşturucu suçlarından tutuklu bulunanlar bu iyileştirmeden faydalanamayacak. 9/2006.

7) Disiplin cezaları birleştirilecek.

8) Uyuşturucu kaçakçılığı hakkındaki 2004/757 nolu Avrupa Konseyi kararının yerel yasalara entegrasyonu tamamlanacak.

9) AIDS, prostat, tetrapleji ve kronik tüberkülozdan muzdarip tutukluların sağlık durumları nedeniyle salıverilmeleriyle ilgili uygulamalar genişletilecek.

Bakanlığın kabul etmediği talepler:

1) 5 yıldan uzun olan hapis cezalarının, özellikle de kriminal olmayan suçlardan cezası bulunan 6700 tutuklu için, paraya çevrilmesi.

2) Çocuk hapishanelerinin lağvedilmesi

3) Birikmiş disiplin cezalarının iptal edilmesi.

4) Mahkeme sırasında 18 aylık tutukluluk halinin pek çok suç için kaldırılması.

5) İzin günü sayısında tatmin edici genişletmeler.

6) Cezaevi barınma ve transfer koşullarında acil iyileştirmeler yapılması.

7) Adalet bakanı ile Tutuklular Komitesi arasında bir toplantı düzenlenmesi.

Tutuklular Komitesi'nin yaptığı açıklama:

Adalet Bakanlığı tarafından parlamentoya gönderilen değişiklik tasarısı; isteklerimizin bir kısmını içeren biçimiyle kabul edildi. Başbakan, mevcut tutukluların duyurulan oranında derhal salıverilmesi üzerine verdiği sözleri somutlaştırmalı ve taleplerimizin bütünüyle ilgili somut adımlar atmalıdır. Biz tutuklular, bu iyileştirmeleri, mücadelemiz ve toplum tarafından gösterilen dayanışma sayesinde atılan bir ilk adım olarak görüyoruz. Yine de henüz bütünüyle sorunlarımızı çözmekten uzak bu değişiklikler. Müadelemizi her şeyden önce onurumuz için sürdürmeliyiz. Ve onurumuzu hiçbir bakana, hiçbir aldatmaya hediye olarak sunacak değiliz. Hiçbir keyfi uygulamaya, intikamcı cezaevi transferine ve disiplin suçu terörüne göz yummayacağız. Dimdik ayaktayız ve ayakta kalmaya devam edeceğiz. Parlamentonun yatılan ceza hususundaki 4/5 oranını tamamen kaldırmak, birikmiş disiplin suçlarının hapis cezasına eklenmesini iptal etmek, izin günü saysıında gerçek bir genişleme sağlamak ve bütün kategorilerdeki tutukluların şartlı salıverilmisini mümkün kılmak üzere harekete geçmesini talep ediyoruz. Dahası, halihazırda adalet bakanlığı tarafından kabul edilen cezaevlerindeki şartları iyileştirme yönündeki (çocuk hapishanelerinin lağvedilmesi, uyuşturucu bağımlıları için terapi merkezlerinin kurulması, hapis cezasına karşılık sosyal hizmetlerde çalışma uygulaması, cezaevlerindeki hastane hizmetlerinin geliştirilmesi, tutukluların durumunu iyileştirecek Avrupa yasalarının yunan yasalarına entegrasyonu, vb.) taleplerin kısa sürede yasalaşmasını istiyoruz. Son olarak, her ne sebeple olursa olsun bizimle birlikte direnen dayanışma hareketine dahil olan her bileşen, parti, siyasi çevre ve militana teşekkürlerimizi iletiyoruz ve bu insanlık dışı çöplüklerin yok edilmesi için, tüm taleplerimiz kabul edilene kadar mücadeleye devam edeceğimizi duyuruyoruz.

Libcom.org | Atina Indymedia


Kaynak: http://istanbul.indymedia.org/news/2008/11/251029.php

15 Kasım 2008 Cumartesi

Bu Yıl Cezaevlerinde 26 İnsan Öldü


İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) Ocak-Eylül 2008 arasını kapsayan cezaevleri raporuna göre, bu dönemde derneğe gelen her 10 hak ihlali başvurusundan biri, işkenceyle ilgili. Tecrit nedeniyle 46, Kürtçe konuşmanın ve haberleşmenin engellenmesiyle ilgili 171 başvuruBağlantı var.

Bu dönemde cezaevinde ya da cezaevinden sağlık nedenleriyle çıkarıldıktan hemen sonra ölen insanların sayısıysa 26. Aralarında Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Kuddusi Okkır, Siirt'te ölen Ali Çekin de var. Listeye en son eklenen ad, Metris Cezaevi'nde yapılan işkenceden sonra 10 Ekim'de hastanede ölen Engin Çeber.

Toplam 2 bin 110 başvuru

Derneğin merkezine ve 29 şubesine, bu dönemde cezaevlerinden gelen hak ihlali başvuru sayısı 2 bin 110. Bunların dağılımı şöyle:

Cezaevlerinde işkence ve kötü muameleye maruz kalanlar: 238
Sağlık hakkı ihlali: 370
Beslenme, ısınma ve fiziki koşullardan doğan ihlaller: 44
Disiplin soruşturmaları nedeniyle yaşanan ihlaller: 918
Kürtçe konuşma ve haberleşme önündeki engeller: 171
Sevk uygulamaları konusunda yaşanan ihlaller: 30
Keyfi uygulamalar (kitap, mektup vb. Yasaklamalar): 181
Tecrit (45/1 numaralı genelge ve uygulaması): 46
Diğer ihlaller: 112

Kaynak: Bianet


Cezaevinde ütülü işkenceye 5 tutuklama

Sakarya L Tipi Cezaevinde kalan bir tutuklunun Adalet Bakanlığına ''işkence gördüğü'' ihbarı üzerine başlatılan soruşturma sonucu 5 infaz korumu memuru ''işkence'' suçundan tutuklandı.

Alınan bilgiye göre, Sakarya L Tipi Cezaevinde kalan bir tutuklu, Adalet Bakanlığına ''cezaevinde işkence gördüğü'' yolunda ihbarda bulundu.

Adalet Bakanlığı, iddiaları cezaevinin bulunduğu Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirdi.

Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığınca iddialarla ilgili soruşturma başlatıldı.

Soruşturma sonucunda, Ferizli Sulh Ceza Mahkemesince 2'si infaz koruma başmemuru 3'ü de infaz koruma memuru olmak üzere 5 kişi ''işkence'' suçundan tutuklandı.

Kaynak: http://www.stargazete.com/guncel/cezaevinde-iskenceye-5-tutuklama-147327.htm

Anarşist Tutsak Harold H. Thompson Hayatını Kaybetti

Tennessee, ABD (11.11.2008) - ABD - Tennessee'de Amerikan Devleti'nin elinde tutsak bulunan Harold H. Thompson 11 Kasım 2008'de bir kalp krizi sonucu hayata veda etti.

"Ben bir otorite karşıtıyım, ırkçılık karşıtıyım, cinsiyetçiliğe karşıyım ve İrlandalı bir devrimci olmaktan gurur duyuyorum. Ben ayrıca bir vejetaryenim ve hayvan kurtuluş mücadelesini inançla destekliyorum. Sivil/insan hakları için çalışacağım ve vazgeçmeyeceğim, dönmeyeceğim, korkmayacağım. Baskı ve zulme karşı mücadele eden herkesle dayanışma içerisinde olacağım, özellikle de anarşist hareketteki kardeşlerimle".
Harold H. Thompson Anarşist Tutsak


Kaynak:
http://www.haroldhthompson.uwclub.net/

18 Ekim 2008 Cumartesi

Sincan’da da gardiyan terörü

Sincan Cezaevi’nde kardeşini ziyaret eden Derya Bakır ve tutuklu yakınları gardiyanlarca dövüldü.?Bakır’ın bacağı kırıldı, bir çocuk bile şiddet gördü

ANKARA- Karakolda ve konulduğu Metris Cezaevinde gördüğü işkence sonucu hayatını kaybeden Engin Ceber’e ilişkin yankılar sürerken, Sincan 1 Nolu F tipi Cezaevi’nde yeni bir işkence skandalı ortaya çıktı. Şeker Bayramında açık görüş için kardeşini ziyarete giden Derya Bakır, gardiyanların saldırısına uğradı ve sol ayağı iki ayrı yerden kırıldı.
Derya Bakır, Sincan F tipinde yasadışı bir sol örgüte üye olmak suçlamasıyla tutuklanan kardeşi Deniz Bakır’ı Şeker Bayramında ziyaret etmek istedi. Cezaevi yönetimi kendilerine 3 Ekim 2008 günü açık görüş için tarih verdi. Derya Bakır, kardeşinin koğuş arkadaşları Erol Zavar, Mahmut Soner’in ailesiyle birlikte toplam 10 kişi Sincan F tipine geldi. Saat tam 15.00’te kendilerine ayrılan görüşme salonuna geçtiler.

Görüş geç başladı
Bakır’ın kardeşi ve koğuş arkadaşları zamanında görüşme salonuna getirilmedi. Tutuklu yakınları yaklaşık 15 dakika salonda beklemek zorunda kaldılar. Zaman çok önemliydi, çünkü sadece bir saat açık görüş yapabilme imkânları vardı. Derya Bakır’ın anlattıklarına göre gecikmeli de olsa görüşme başladı. Görüş devam ederken mesane kanseri Erol Zavar’ın astım hastası annesi Fikriye Zavar, gardiyanların içtiği sigaradan kaynaklı olarak rahatsızlandı. Derya Bakır, Fikriye Zavar’ın sigaradan etkilendiği ve sigara içilmemesini gardiyanlardan talep ettiklerini belirterek “Gardiyanlar biz içeriz hasta olan gelmesin. Bize yasak yok” diye yanıt verdiler. Biz bir gerilimin yaşanmaması nedeniyle tartışmayı sürdürmedik” dedi. Bakır’ın iddialarına göre gardiyanlar verdikleri bu yanıta rağmen sataşmalarını sürdürdü. Ve görüşmenin bitmesine 20 dakika kala gardiyanlar görüşmenin bittiğini belirterek, salonun boşaltılmasını istedi.

‘Burada yasa biziz’
Ancak tutuklu ve hükümlü yakınları görüşün zaten geç başladığını ve daha zamanların bulunduğu belirterek itirazda bulundu. Bakır, şunları anlattı: “Bunun üzerine ‘o (adını bilmiyorum ama görürsem teşhis ederim) gardiyan ne hakkıymış sizin gibilere hak, hukuk yok. Burada yasaları biz koyarız’ dediler. Bu sırada bir arbede yaşandı. Gardiyanlar Deniz, Erol ve Mahmut’u çekmeye başladılar. Erol Zavar mesane kanseri ve karnı kötü görünüyordu. Onunda sandalyesini çekmeye ve döverek götürmeye başladılar. O anda anneler, çocuklarının üzerine kapandılar. Bende kardeşimin üzerine kapandım. Ancak bize de tekmelerle vurmaya başladılar. Bizi yaka paça dışarı çıkardılar. ‘Sizleri şikâyet edeceğiz’ dedik. Ama ‘yakınlarınız ellerimizde’ dediler. ‘Fazla ileri gitmeyin’ diye bizi tehdit ettiler.”

Çocukları bile dövdüler
Bakır, cezaevinden ayrıldıktan sonra Ankara Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunduklarını belirterek “Savcılık bizi adli tıpa sevk etti. Adlı tıp sekiz görüşçünün vücudunda darp izlerini tespit etti. Bize verilen raporda Erol Zavar’ın küçük kızı Özgecan Zavar’ında şiddete maruz kaldığını ortaya koydu. Adli Tıp muayene sırasında ayağım kötü olduğu gerekçesiyle Numune hastanesine sevk edildim. Ayak tarak kemiğinde ve bileğe doğru iki yerde kırık olduğu tespit edildi” diye konuştu.
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in Engin Ceber’in ailesinde özür dilemesi, cezaevindeki keyfi uygulamalarına son bulacağı umudunu kendisinden doğurduğunu anlatan Bakır, “Bakan Şahin’in ‘özür’ü cezaevindeki keyfi uygulamaların son bulacağı konusunda bir umut doğurdu. Bunu bir adım olarak sayıyorum. Bir gardiyanın bile ‘yasa benim demesi’ inanılmaz korkunç bir şey. Yasa oysa eğer, bu gardiyan bir gün benim kardeşimi kesinlikle öldürecektir” dedi.



Kaynak:
Radikal Gazetesi


Ben şiir yazmadım...

























Kandıra F Tipi Hapishanesinde tutulmakta olan

Erol Dündar için açılan web sitesini ziyaret için:
http://www.yolbizimkiler.ch



16 Ekim 2008 Perşembe

F Tipi Dünya






Parça parça hayatlar, asık nice suratlar. Karanlıkl
ar içinde paylaşılan yalnızlıklar. Nefes almaya çalışır boy veren bu çiçekler. Delinin tekinin attığı kuyuya bu taşları çıkarmaya çalışır dört bir yanımdakiler. Didişip kapışarak. 'Yok sizdendi bizdendi; yok benim dedemindi elindeki bu hırka'. Anlamsız hayaller bu, anlamsız ilişkiler. "F Tipi" bir dünya, hep içine debelendiğim. Son nefesime kadar elim kolum bağlı benim. Gözler tümden kapalı. Kapılar kapalı bana; pencereler hep kapalı; tüm sürgüler kapalı.
Hayat A, B, C ne de E Tipi; herkes olmuş aynı tip; işte "F Tipi". Haydi sen de gel de ol Barikat gibi; kendin gibi; düşünenler gibi.
Yalanlar savrulur burada, maskeler takılır. İnsanl
ar birbirlerini daha çok çok kandırır. Kazılır kuyular; gerçekler topraklara gömülür! Sürülür bir bir kendi yolunu bu çizenler. Sürüden kopup kendi olmak 'ölüm' demek. Ölüm yalnızlık demek; yalnızlık "F Tipi" demek. Oysa, karanlığa hep ışık tutan, aydınlatan, gökyüzünün yedi rengi dolaşır. Uzaklaşır hayaller hep; uzaklaşır yarınlar. Geride kalan sadece benim gençlik yılarım.
Hayat A, B, C ne de E Tipi; herkes olmuş aynı tip; işte "F Tipi". Haydi sen de gel de ol Barikat gibi; kendin gibi; düşünenler gibi.
Ben uslanmaz aşkların, kavgaların adamıyım. Barut kokusunda hep umudu ben aradım. Sevdam için nice kirli topraklara yatıp kalktım. Ve ben ki tek yarınım; umudun kendisiyim! Düşmanımın mermisinde adım kazılıdır benim! Varsın üstüme gelsin bu zurnalarla kör gece. Ateş bende, ateş benim direnen bu elimde. "F Tipi" bu dünyada ben ezilen, ben yalnız; ben düştükçe hep kalkan. İşte yine buradayım. Umudu işledim size. Ve de geleceği yine: Harf harf, kelime kelime; aynen kilim gibi; aynen kilim gibi; aynen kilim gibi....
Hayat A, B, C ne de E Tipi; herkes olmuş aynı tip; işte "F Tipi". Haydi sen de gel de ol Barikat gibi; kendin gibi; düşünenler gibi.
Hayat acımasız olsa da; atsa da bir tokat; derdini bir kenara at; yaşamana bak. Bak da gör gelecek neler getirecek. Benim için gerçek olan senin içinde gerçek. Karanlık gecelere yazdım sözlerimi ışık olsun diye. Çıktım yükseklere, tepelere menfeze. Atladım en derine, diplere. "F Tipi" bir dünyada insanların yüzüne düşen ifade gözlerimin içindeki endişe nereye kadar devam edecek bu böyle. Bu ne ilk ne de son. İşte geldi Barikat her şeye son.

Söz - Müzik: Barikat ve Jöntürk


Nuriş’in gardiyanı' da dayak ekibinde


ENGİN Çeber’in arkadaşları Özgür Karakaya ve Cihan Gün soruşturmanın niteliği ve gecikmemesi için Metris cezaevinde önceki gün teşhişte bulundu. Metris 1 ve 2 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevleri gardiyanları Karakaya ve Gün’ün karşılarına resmi kıyafetleriyle çıkarıldı.

Nuriş’e esrar ve tabanca verdi

Teşhis edilen gardiyanlar arasındaki bir isim ise son derece dikkat çekiciydi. Gardiyanlardan Cuma K., 2000 yılında Uşak kapalı Cezaevi’nde Ergin kardeşlerin çıkardığı isyan sırasında tutuklanmıştı.



Cezaevinde İnfaz Koruma Baş Memuru olan Cuma K., cezaevine 3 tabanca ve esrar sokarak Nuri ve Vedat Ergin’e yardım ve yataklık ettiği suçundan hüküm giydi ve 2.5 ay hapiste kaldı. Tutukluluğunu daha önce gardiyanı olduğu Uşak Cezaevi’nde geçiren Cuma K. tahliye olduktan sonra göreve iade edildi, önce Ardahan ardından da Metris Cezaevi’nde görev yaptı.

Kaynak: Vatan Gazetesi



Görevdeki işkencecinin teslim ettiği silahlar nerede kullanılmıştı?

Uşak E Tipi Cezaevi'nde isyan çıkaran 'Karagümrük Çetesi' lideri 'Nuriş' lakaplı Nuri Ergin ve adamları, kendilerini "vurmak" için suç işleyip cezaevine girdiklerini öne sürdükleri beş kişiyi öldürdükten sonra isyan çıkardı. B Blok'taki koğuşlarda bulunan yatak ve battaniyeler ateşe verilirken, Cezaevi Müdürü Mustafa Kurt ve dört yardımcısıyla 23 infaz koruma memuru rehin alındı.
(...)

Nuriş ve adamlarının, kendilerini öldürmek için suç işleyip cezaevine girdiğini ileri sürdükleri kişileri önce etkisiz hale getirdikleri, ardından da işkence yaptıkları ortaya çıktı. İsyancılar, 10 tuktuklu ve hükümlüyü dün idari blok penceresinden aşağı attı. Camdan atılanların beşi ölürken, beşi de yaralandı. Kurbanların alınlarına, 'Nurişï çetesince öldürüldüğünü belirtmek için kendi kanlarıyla "N" harfi yazıldığı iddia edildi.

Ölen beş kişiden üçünün Kasarteks fabrikasının eski ortağı Orhan Cemal Yeşilkaya, Erol Neşet ve Reşat Taşçı olduğu açıklandı. İki kişinin kimliği açıklanmadı. Olayda Cezaevi İkinci Müdürü Ersin Yılmaz Ersoylu, infaz koruma memuru Mustafa Özler, Murat Eryılmaz, Varol Özdemir ve Metin Günay ile çeşitli suçlardan hükümlü Metin Erdoğan, Kenan Altınsabah, Hasan Düz, Zihni Nigaroğlu ve Ünal Genç de yaralandı.

http://www.milliyet.com.tr/2000/11/03/haber/hab02.html


-----(A)-----


Uşak E Tipi Cezaevi’ni 15 gün önce ele geçirip mahkumlara işkence yapan, 5 mahkumu cezaevinin penceresinden atarak öldüren ve devletle pazarlık yapan Ergin kardeşlerin başka cezaevlerine sevkinde de skandal yaşandı. Bilecik Özel Tip Cezaevi’ne nakledilen Vedat Ergin, silahını çekip cezaevi aracından inmeyerek 9.5 saat direndi.

http://www.milliyet.com.tr/2000/11/05/haber/hab02.html


9 Ekim 2008 Perşembe

Yine Metris Yine Cinayet

Polisle Metris Cezaevi’nde görevli gardiyan ve jandarmaların, tutuklu dört gence işkence yaptığı öne sürüldü. Coplarla dövüldüğü iddia edilen Engin Ceber, Şişli Etfal Hastanesi Yoğun Bakım Servisi’nde yaşam savaşı veriyor. OLay üzerine Meclis İnsan Hakları Kurumu da hareket geçti. Kurul Başkanı Üskül gerekirse Metris'e bir heyet gönderebileceklerini söyledi.


ANKARA - İstanbul polisi ve Metris Özel Tip Cezaevi’nde görev yapan gardiyan ve jandarmaların, tutuklanan dört gence işkence yaptığı öne sürüldü. Tahta coplarla dövüldüğü iddia edilen Engin Çeber, Şişli Etfal Hastanesi Yoğun Bakım Servisi’nde yaşam savaşı veriyor.
Geçen yıl İstanbul’da Tekstil işçisi 17 yaşındaki Ferhat Gerçek, Yenibosna Zafer Mahallesi’nde bayilerde serbestçe satılan ‘Yürüyüş’ adlı haftalık sol bir dergiyi satarken polisler tarafından vurudu. Gerçek felç oldu.
Gerçek’in arkadaşları 28 Eylül 2008 günü, arkadaşlarının felçli kalması nedeniyle olayı bir kez daha protesto etti ve Gerçek gibi Yürüyüş dergisi dağıtmak istedi. Ancak polisin tutumu farklı olmadı. Polis, önce 15 kişilik grubun önünü kesti ve Özgür Karakaya, Engin Çeber adlı gençler “aranıyor” denilerek gözaltına alınmak istendi. Grup direnince, Aysu Baykal ve Cihan Gün adlı gençler de ‘polise mukavemet’ suçlamasıyla gözaltına alındı. İddialara göre İstinye Polis Merkezi’ne götürülen gençler, polisler tarafından dövüldü. Gençlerin maruz kaldığı şiddet, İstinye Devlet Hastanesi’nde alınan raporlarla da belgelendi.
Hastane raporları üzerine sanık avukatlarından Oya Aslan, Sarıyer Savcılığı’na olay günü İstinye Polis Merkezi’nde görevli polisler hakkında ‘Görevi kötüye kullanma, işkence ve zalimane, insanlık dışı, muamele’ suçlamasıyla suç duyurusunda bulundu. Aslan, müvekillerinin birinin oturamaz, birinin de yürüyemez hale nasıl geldiğini belirterek polislerin ise “kendilerini yerden yer attılar. Kafalarını duvara çarptılar” dediğini aktardı. Aslan, şöyle devam etti: “Sağlık durumları karşısında derhal bir soruşturma başlatması gereken savcılık makamı müvekkillerim ‘şikâyetçiyim’ dediği halde bir soruşturma başlatmamıştır.”
Tutuklanan dört genç Metris Özel Tip Cezaevi’ne konuldu. Müvekillerini dün ziyaret etmek için cezaevine giden avukat Aslan, Özgür Karakaya ve Cihan Gün ile görüştü. Aslan’ın, Engin Çeber’i görüşmek istemesi üzerine acı gerçek ortaya çıktı. Avukat Aslan şunları aktardı: “Özgür Karakaya ile görüştüm. Özgür’ün beyanına göre, önce jandarma tarafından Metris Özel Tip Cezaevi’ne giriş esnasında ardından, Karantina koğuşuna alınmadan önce tahta coplarla gelişigüzel dövüldüklerini, bu işlemin dört defa beşer dakikalık aralıklarla sürdüğünü, işkence gördüğünü, yüzüne ve kafatasına darp aldığını söyledi. Akşam yine kovalarca su dökülüp, yine tahta sopalarla dövüldüklerini belirtti. Engin Çeber’le görüşmek istedik. Hastaneye kaldırıldığını söyledikten sonra ‘Öldü’ dediler. Ancak daha sonra tekrar hastanede olduğunu anlattılar. Hastaneye gittiğimizde Engin’in yoğun bakımda ve hayati tehlikesi olduğunu gördük.”


Kaynak: Radikal

İnfazı durdurulmayan çiftçi hapiste can verdi


62 yaşındaki çiftçi cezaevinde öldü 04 Ekim 2008 09:41
Sağlık kurulunun 'İnfaz Durdurma Raporu'na rağmen tahliye edilmeyen 62
yaşındaki Duran Doğan isimli çiftçi, 9 ay kaldığı Metris Cezaevi'nde
öldü.
Acılı aile, "Ergenekon terör örgütüne üye olanlar sağlık sorunları
nedeniyle cezaevinden tahliye oldu. Babamız ise hastanelerin
raporlarına rağmen tahliye edilmedi, ölüme terk edildi. Bu mu adalet?"
diyerek yetkililere tepki gösterdi.

Yozgat'ın Çekerek ilçesinde 40 yıl önce satın aldığı tarlanın orman
arazisi olması nedeniyle 2002 yılında şikayet edilen Duran Doğan,
yerel mahkeme tarafından "Orman Kanununa Muhalefet' suçundan 3 yıl
hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme süreci başladığında İstanbul'da
olan ve hakkında verilen mahkumiyet kararından bilgisi olmadığı
belirtilen Doğan, 2008 yılının Ocak ayında evine gelen polisler
tarafından tutuklandı. Metris Cezaevi'ne konulan Doğan'ın yakalanmadan
önce akciğer, kalp ve böbrek yetmezliği hastalıklarından dolayı
sürekli tedavi gördüğü belirtildi.

Cezaevine giren Doğan, bu hastalıkları nedeniyle zamanının çoğunu
hastanelerde geçirmeye başladı. Doğan, 9 aylık mahkumiyeti sırasında
Koşuyolu Kalp ve Damar Hastalıkları Hastanesi'nde Bypass ameliyatı
oldu. Daha sonra 3 kez Anjiyo olan Doğan için Haseki Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Sağlık Kurulu, Doğan hakkındaki infaz kararının
bir yıl süre ile durdurulması yönünde rapor düzenledi. Hastalığı iyice
ilerleyen Doğan'ın oğlu Cevdet Doğan, sağlık kurulunun raporunu
onaylaması için raporu Adli Tıp Kurumu'na getirdi. Babasının
mahkumiyet cezasının bir yıl durdurulmasına karar veren sağlık
kurulunun raporu Adli Tıp Kurumu'nun onayından sonra geçerlilik
kazanacaktı. Ancak Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu, raporu
onaylamayarak Doğan'ın tedavisinin hapishane şartlarında devam
etmesini istedi. Doğan Metris Cezaevi'nde önceki gün gece saat 22:00
sıralarında hayatını kaybetti. Babasını cenazesini Adli Tıp
Kurumu'ndan alan Cevdet Doğan, "Babam için birçok hastanenin verdiği
tahliye raporunu onaylamayan Adli Tıp Kurumu şimdi cenazesini bize
teslim ediyor." dedi. Duran Doğan'ın küçük oğlu Serdar Doğan ise,
"Ergenekon terör örgütüne üye olmaktan ceza alanlar sağlık durumlarını gerekçe
göstererek ellerini kollarını sallayarak çıkıyor. Benim babam için
İstanbul'un en iyi hastanelerinin verdiği 'Cezaevinde kalamaz,
tedavisi hastane şartlarında devam etmeli' şeklindeki raporlar
görmezden gelindi. Bu mu adalet?" diyerek tepkisini dile getirdi.
Cezaevi savcısı ve Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu hakkında
şikayetçi olacaklarını belirten Doğan'ın çocukları, "Bizim babamız
terörist değildi, silahlı terör örgütü üyesi de değildi. Neden
hastanelerin verdiği raporlar dikkate alınmadı?" diyerek yetkililere
tepki gösterdi.

Bayramın birinci günü cezaevinde hayatını kaybeden Duran Doğan'ın
cenazesi, Adli Tıp Kurumu'ndan alınarak Gaziosmanpaşa'da toprağa
verildi.

ynak: Haber 7

27 Mayıs 2008 Salı

Çağrı


İlgili ve Duyarlı Çevrelere,

Erol Zavar
son olarak Sincan 1 No'lu olmak üzere, 2001 Yılı başından bu yana F Tipi cezaevlerinde tecrit altında tutulan mesane kanseri hastası bir devrimcidir. İzolasyon koşullarında geçirdiği son 7,5 yıl içinde 16 kez ameliyat edilmiş ve vücudundan 50'nin üzerinde kanserli tümör alınmıştır. Sağlığı giderek kötüleşmektedir.
İki 'dünyalar güzeli' çocuğu da bulunan Erol, tüm olumsuz koşullara karşın 'Ölümle Randevusu'na gitmemeye kesin kararlı biçimde ve uzun süredir destansı bir direniş sergilemektedir.

Otoritenin; kendisi gibi düşünmeyeni yok sayma, tecrit ve hatta mümkünse yok etme politikasına karşı 'DEVRİMCİ TUTSAKLAR YALNIZ DEĞİLDİR!' şiarını yükseltiyoruz. Erol'un şahsında; hasta olanlardan başlayarak tüm F tipi tutuklu ve hükümlülerinin durumuna dikkat çekmek için 31 Mayıs 08'de SİNCAN'A YÜRÜYORUZ!

Erol Zavar'ın tedavisinin uygun ve insani koşullarda gerçekleştirilebilmesi için hep beraber seslerimizi yükseltelim: EROL ZAVAR'A ÖZGÜRLÜK!

Bu; 'dayanışmak' için bir Çağrı'dır.

Biz biliyor ve haykırıyoruz ki;

* Tecrit Öldürür, Dayanışma Yaşatır!

* Erol Zavar Yalnız Değildir!

* İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek!


Erol Zavar'a Yaşama Hakkı Koordinasyonu

1 Mart 2008 Cumartesi

17 Ocak 2008 Perşembe

Yeni İnfaz Yasası

Yıldırım Türker

Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı, kapımızda. Yangından mal kaçırır gibi hazırlanmış; çöken infaz sisteminin yanlışları üstüne inşa edilen bu tasarının geri çekilmesi gerekmektedir. Bu tasarının, tutuklu ve hükümlüler ile ailelerinin, her derece ve görevdeki infaz personelinin, hukukçuların, hekimlerin, mimarların, insan hakları savunucularının ve genel olarak kamuoyunun değerlendirmesine sunulmadan yasalaşması beraberinde büyük felaketler getirecektir.
Bugün, yerim elverdiğince, dilim döndüğünce bu tasarının okumasını yapmaya çalışacağım.
Ülkemizde infaz rejiminin disiplin hukukuna ilişkin düzenlemelerinde mahkûm hakları idarenin tasarruf alanına terk edilmiş, koruyucu denetim araçları yaratılmamış ve bu da insan haklarına aykırı uygulamaların yolunu açmıştır. F tipi cezaevlerine sevk amacıyla yapılan şanlı 'Hayata Dönüş' operasyonlarından sonra infaz rejiminin denetimi amacıyla getirilen 'İnfaz Hâkimliği' ve 'Cezaevleri İzleme Kurulları' gibi kurumlar, uygulamada olumlu bir gelişmeye neden olamamıştır. Mahkûm haklarını güvence altına almadan böyle kurumlar yaratılırsa elbette süregelen zulmün meşrulaştırılması dışında bir işlevleri olamayacaktır. Olmamıştır da.
Yeni tasarının yaklaşımı, suçlunun hak ve özgürlüklerini hiçe sayan, onları her an geri alınabilecek birer ödül olarak gören bir sindirme politikasını yerleştirmeye yöneliktir.
Tasarının temel felsefesi, 6. maddede açıkça belirtilmiştir: Hükümlünün iyileştirilmesi!
"...üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır."
Böylelikle cezanın 'özgürlükten yoksun bırakmaktan ibaret' olmadığını, suçun uzmanlar tarafından sağaltılacak bir hastalık olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
Oysa infaz sırasında suçlunun eğitimi ve ıslahı için yaratılan araçlar, mahkûm açısından bir HAKTIR. Bu araçların ikinci bir cezaya dönüştürülmesi, mahkûmun zorla 'iyileştirilmesi' gereken bir denek olarak algılandığına işaret eder.
Yine yeni tasarıda, sıkı güvenlikli kapalı ceza infaz kurumu başlığı altında 10. maddede yapılan düzenleme ile F tipi cezaevlerinde uygulanan infaz sistemi diğer suç türlerini de kapsayacak şekilde uygulama alanı bulmaktadır.
F tipi cezaevlerinde, mahkûmun kimlik ve kişiliğinin yok sayıldığı, tüm ilişkilerin emir-komuta zinciri içinde oluştuğu 'Tredman' denilen zorla 'iyileştirme' programının tavizsiz dayatıldığı ağır bir infaz rejiminin hâkim kılındığını biliyoruz.
Şikâyetsiz katlanacaksın
Hükümlünün yükümlülüklerine yönelik 24. madde şöyle: "Hükümlü, hürriyeti bağlayıcı cezanın yerine getirilmesine katlanma ve bu amaçla düzenlenen infaz rejimine uygun tutum ve davranışlar içinde bulunmakla yükümlüdür. Hükümlü, Ceza İnfaz Kanunu'nun güvenlik ve iyileştirme programlarına tam bir uyum göstermekle yükümlüdür.
Her ne amaçla olursa olsun, bilerek kendi yaşamlarını ve bedensel bütünlüklerini tehlikeye düşürecek eylemlere girişmeleri cezanın yerine getirilmesine katlanma yükümlülüğünün ihlali sayılır."
Açlık grevlerine karşı çaresizce geliştirilmiş olduğu anlaşılan bu maddenin çağdaş hukuk anlayışı açısından bir anlamı olabilir mi? Hükümlünün kendi bedenini sağlıklı tutma yükümlülüğünün hukuki karşılığı ne ola? Katlanma yükümlülüğü denilen şeyin, mahkûmun bu kuralları benimsemesi, sevmesi, güle oynaya bedenini sağlıklı tutması anlamına geldiği anlaşılıyor. Dolayısıyla ola ki tredman uygulamasından hoşnut değil ve bu da cezaevi idaresi tarafından tespit ediliyor, demek ki söz konusu mahkûm, katlanma yükümlülüğünü ihlal etmektedir. Antalya Barosu'nun
İnsan Hakları Merkezi'nin raporundan okuyalım: "Hukuk devletinde, 'Cezanın yerine getirilmesine katlanma yükümlülüğü' gibi bir kavram yoktur. Modern ceza hukukunda, suç ve ceza politikalarının temeli olan 'kanunilik ve şahsilik' ilkesinin doğal sonucu olarak, suç teşkil eden fiiller ve bu fiillere öngörülen cezai sorumluluk sınırları ve yaptırımları açıkça tanımlanır. Yaptırımın uygulanması alanını düzenleyen infaz rejimi de, cezalandırma tekelini elinde bulunduran gücün, ceza normunu ihlal eden birey üzerindeki etkisini ve bu güç kullanılırken, gücü kullananın (devletin) uymakla yükümlü olduğu ilke ve kuralların saptandığı hukuk alanıdır. Bu gücü bedeninde hisseden bireyin artık, bu yaptırımdan memnun olup olmadığının hiçbir hukuki önemi olmadığı gibi bireye ayrıca bu cezaya katlanma yükümlülüğü getirmenin de ilk başta hukuki bir anlamı yok gibi gözükmektedir."
Birleşmiş Milletler, mahpuslara karşı davranışlara dair temel ilkelerin 1. maddesi, "Bütün mahpuslara, doğuştan sahip oldukları insanlık onurunun ve değerin gerektirdiği saygıyla muamele edilir" diyor.
Ne gam! Düzenleme, mahkûmun duygusal tepkilerini dahi denetim altına almaya yönelik, onun tüm benliğini kayıtsız şartsız eritip yok etmeyi amaçlıyor. Şikâyet etmek bile yasak. Mahkûm değil kölesin.

Arbeit Macht Frei

Tasarının 27. maddesi mahkûmların zorla çalıştırılmasını düzenliyor. 'Yeni yetenek ve becerileri mahkûma yeniden kazandırmayı hedefliyor'muş.
İnsana zorla yetenek ve beceri kazandırılacağı, onun iradesi hilafına 'çalışarak iyileşeceği' inancının karşılığını tarihin bütün karanlık sayfalarında bulabiliriz. Cezaevinde çalışmak, bir ödev, bir zorunluluk, bir zulüm olamaz. Olsa olsa mahkûmun isterse kullanabileceği hakkıdır.
Auschwitz toplama kampının kapısında da 'Çalışmak özgür kılar' yazıyordu.
Cunta dönemlerinin askeri cezaevlerinden gayet iyi hatırladığımız tek tip giysi uygulamasının yeniden gündeme getirilmesi de tasarının dünyayı tartış biçimi açısından parlak bir ipucu sunuyor. Geçmişte onmaz acılara yol açmış olan böylesi bir uygulama, özellikle siyasi mahkumların burnunu sürtme dışında bir amaç taşıyor olamaz. Çağdaş Hukukçular Derneği'nin raporundan okuyalım: "1-) İzolasyon temelli infaz rejimlerinde ve buna uygun cezaevi mimarisinde en önemli sorunlardan birisi renk ve görme algıları başta olmak üzere duyu kaybıdır. Tek tip elbisenin bu etkiyi artıracağı açıktır. 2-) Uzun yıllar sürebilecek infazda tek tip elbise kullanılması mahpusun yeknesak ve sınırlı yaşamı açısından psikolojik bir tahrip unsurudur. 3-) Ülkemizde askeri uygulamayla bir tutulduğundan; mahpusun bir 'sivil' olarak tek tip elbiseyle birlikte zorlanacağı varsayılan davranış koşullarını akla getirmektedir. (marş ezberletme, infaz personeline hitap, askeri sayım, esas duruş vb. uygulamalar yaşanmıştır.)
4-) Kişiliğini geliştirme hakkına ve kültürel bütünlüğe zarar verici bir uygulamadır."
Aynı mantığından sual olunmaz askeri yaklaşım, "Herhangi bir şeyi protesto etme amacıyla veya idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak... gereksiz olarak marş söylemek ve slogan atmak" gibi disiplin suçları tanımıyla şahikasına varıyor. 'Susma'nın bir suç olarak tanımı dünya hukuk literatürüne geçecek nitelikte bir yaratıcılık ürünü. Ayrıca 'gerekli' marşların belirlenmesi de herhalde idareye bırakılıyor.
Aynı burkulmuş mantık, aynı kindar düşmanlık, mahkûmların 'gereksinmeden çok yayın' bulunduramayacağını belirten maddede de okunabilir. F tipi cezaevlerinde mahkûmların şikâyetlerine neden olan 'üç kitaptan fazlasını bulunduramama' uygulamasına yasal bir kimlik verme gayreti, tasarı yazarlarını böylesine gülünç bir duruma düşürüyor. Gereksinmeye kim karar verecek?
Kaç sayfa ya da cilt karar, kaç sayfadan fazlası zarardır?
Yeni infaz rejiminin yasal düzenlemesi ciddi bir çalışmayla, gerekli katılımın sağlanmasıyla yapılmalıdır. Elimizdeki tasarının geri çekilmesi şarttır. Herkesi bu konuda söz ve fikir üretmeye çağıralım. Konu, hepimizin hayatını doğrudan ilgilendirmektedir. Hayatımızı müebbet körlük yaşadığımız hücrelere çevirmeye çalışan mimarlar, hapishaneler söz konusu olduğunda iyice fütursuz davranabileceklerini sanmasın.

18/10/2004 - Radikal

3 Ocak 2008 Perşembe

Sesi duyulmayanların sesi




Perihan Mağden


Birkaç hafta önceydi. Mutfağa tabakları taşıyor, geri geliyor, ana haber
saatlerinde çoğunlukla olduğu üzre sofra kur, sofra kaldır, tarzı işlerin
yamacında, kulaklarımı da haberlere tahsis etmiş bulunuyordum.
'Yananların cesetleri' tarzı bir laf, ruhuma çalındı. Haksızlıkların en
ağırına, ilahi bir haksızlığa uğramış bir baba: "Ben bana verilen cesedin,
çocuğumun cesedi olup olmadığından dahi emin değilim," diyordu.
Televizyonun karşısına mıhlandım. Cezaevlerine düzenlenen Ağır Şefkat
Operasyonu'nun neticesinde, çocuklarının yanmış bedenlerine kavuşan ana
babaları konuşturuyorlar, zannettim. Zira ne kadar unutturulmaya çalışılsa
da, bizler ne kadar yoğun bir güçle unutmaya, YOK saymaya çalışsak da, öyle
bir operasyon düzenledi işte. Günler ve günlerce sürmüştü devletimizin 'Ağır
Şefkat/Gerekirse Yaka Yaka Hayata Döndürüş' operasyonu.
Sonra. Sonra mı? Tısssss.
Şimdi ben bu ülkeyi anlayamamakta, kavrayamamakta, bu ülkenin nasıl
işlediğine dair o gizli ve sinsi mekanizmanın inceliklerine nüfuz edememekte
bu denli inatçı bir zavallı şahsiyet olarak, atv ekranlarında, ana
haberlerde çocukları şöyle ya da böyle yakılmış bulunan, ana babaların
konuşturulduklarını, zannedecek kadar...
Amatördüm. Salaktım. Yabancıydım.
Hayır, epey zaman önce yaşanmış bir otobüs kazasında çocuklarını kaybedenler
konuşuyormuş. Otobüsteki teknik bir hata yüzünden çocuğunu, gözünün nurunu
kaybetmiş; acıların en büyüğü ile evlat acısı ile kavrulmuş bir trafik
mağdurunun, konuşmaya hakkı yok mudur?
Tabii ki vardır. Tabii ki, konuşacaktır.
Peki ya diğerlerinin? ÖBÜR ana babaların? Acılarını paylaşmaya, başlarına
getirilenlerin aslında ne olduğunu bizlere anlatmaya hakkı yok mudur? Böyle
bir hakkın olmadığı bir ülkede, o operasyonun haklılığı peki, cansiperane,
savunulabilir mi?
O ağır, o bizleri günlerce tarumar etmiş operasyon; maksatlı ana babaların
maksatlı çocuklarına yönelik, o eşi benzerine dünya tarihinde
rastlanamayacak olan o operasyon yoksa olmamış mıdır? Olmamış saymamız mı
gerekmektedir?
Olmamış gibi yapmamız mı, doğrusudur?
30'u aşkın ölü söz konusu. 500'ü aşkın ağır yaralı. Nerde peki bu yaralılar?
Bir haber alıyor musunuz; bir görüntüleri olsun, ulaştı mı bizlere? Madem
'kurtarıldılar', madem o nice gazeteciyi 'Yatacaksam böyle bir tipte
yatayım' diye şevke getirmiş o muhteşem F tiplerinde, kurtarılmış
vaziyetteler, görelim onları bir. SESLERİNİ DUYALIM.
Mehmet Bekaroğlu, hepsinin nasıl yara bere içinde olduklarını, nasıl yalnız
bakımsız tecrit edilmiş, tam korkulduğu gibi korktukları gibi olduğunu,
Allah razı olsun, gidip görüp, aktardı.
Sonra? Sonra: Tıssss.
Ölüm oruçları peki? Hâlâ devam ettiğini bildiğimiz ölüm oruçları. Açlık
grevleri. Yara bere içinde: üstüne hortumla tazyikli su sıkılmış, gaz
tutulmuş, itilmiş kakılmış, yaralanmış, ağır hafif yaralanmış o mahkûmlar,
siyasi mahkûmlar, afiş asmaktan içeri tıkılmış gencecik çocuklar, pankart
açmaktan, dergi basmaktan içerdeki o çocuklar...
Onlardan haber var mı?
Ölüm oruçlarından, açlık grevlerinden?
Birlikte 'yaşama alanları' (var ise tabii böyle alanlar) tamamlanmadan, ısı
tesisatı kurulmadan, altyapı, üstyapı çalışmaları bitmeden F tipi adıyla
maruf hücrelere tıkılmış o çocuklardan peki, bir daha haber alacak mıyız?
Yüzlerini görecek miyiz? Dünyada eşi benzeri olmayan F tipi tabir edilen,
ancak Amerika'da idamına karar verilenlerin son günlerini geçirdikleri
tecrit hücrelerini andıran bu insanlık dışı 'modeldeki' ısrarımızı,
sürdürecek miyiz?
Operasyon öncesi Hikmet Sami Türk'ün F tiplerinin gözden geçirileceğine/bazı
değişikliklere gidileceğine dair sözünü; Ağır Şefkat Operasyonu'nun ardından
unutması, unutturması, söz konusu etmemesi peki, demokratik devlet anlayışı
ile bağdaşıyor mu?
Verilmiş böyle bir söz varken, ondan dönülmesi; operasyonun o yakıcı
operasyonun akabinde de "Karıştırmayın şimdi bunları. Temiz temiz yaptık
operasyonumuzu, yaktık çenelerini," tavrına girilmesi hukukla, demokrasiyle,
insan haklarıyla, hükümet olmakla, seçilmiş olmakla bağdaşmakta mıdır?
'Normal' midir? Olacak 'iş' midir?
Demokrasilerde HERKESİN sesi duyulur.
Herkesin, bir diyeceği vardır. Olabilir. Diyeceğini ifade etme özgürlüğü
vardır. Demokrasilerde beyler, maalesef, öyledir.
Sesleri kapatabilirsin, yakabilirsin, örtebilirsin, kısabilirsin sesleri.
Antidemokratik yöntemlerle, bu mümkündür. Ama bakarsın, o kestiğin,
kıstığın, yok saydığın sesler; 80 yıl sonra, 90 yıl sonra dahi duyuluyorlar.
Hiç ummadığın yerlerden. Hiç ummadığın zamanlarda yükselir sesler. Sesi
duyulmayanların sesi, bir yerlerden çıkıverir.
Artık ne kadar tepinsen, susturamazsın.
Mazlumun ahı. Sesini kıstığının sesi. Hiç beklemediğin yerlerden çıkar.
Aheste aheste. Hem de.
24 Ocak 2001 - Radikal